ey Paşalar, zabitler!
Bütün kuvvetimle derim ki: gazetelerde neşretti€im
umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede
musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı saadet
mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam,
neşretti€im hakaikı aynen ibraz edece€im. olsa olsa o
zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydirece€im.
Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenki-
dat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp
olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatla-
yan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak ora-
da da gösterece€im.
(HaşİYe)
demek, hakikat tahavvül etmez, hakikat haktır;
(1)
p
¬r
«`n
?n
Y '
¤` r
© o
j n
’n
h ƒo
?` r
©n
j t
?n
ër
dn
G
. Millet uyanmış; mugalâta ve
cerbezeyle i€fal olunsa da, devam etmeyecektir. Hakikat
telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden ef-
kâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar da€ılacak-
tır ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah.
r
â° r
SG¢n
ù n
H r
øj /
G G '
ôr
fÉn
c n
ôj /
R r
ø o
¸ r
º n
æo
c¢ r
ù n
>
(2)
r
â° r
SG ¢ n
ùn
c r
? p
O r
r
ôn
cn
G r
?n
O r
ôn
c r
? p
O p
? r
fÉn
H
Eski said dönEmi EsErlEri
| 145 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
koymak, göstermek.
i€fal:
yanıltmak, gaflete düşürerek
kandırmak.
ilcaat:
zorlamalar, gereklilikler.
inbisat:
yayılma, açılma, genleş-
me.
inşaallah:
Allah isterse, Allah diler-
se, Allah’ın emri olursa, Allah izin
verirse manalarında kullanılan bir
dua.
libas:
elbise.
mahkeme:
hüküm yeri.
makalât:
sözler; makaleler, gazete
veya dergide çıkan yazılar.
mugalâta:
delilsiz veya uydurma
delillere dayandırılan münakaşa,
yanıltıcı konuşmak.
musır:
ısrarlı, fikrinde direnen.
müstakbel:
gelecek zaman, istik-
bal.
namına:
adına.
neşretmek:
yaymak, bildirmek.
nihayet:
son.
paşa:
Osmanlılarda yüksek sivil
memurlara ve albaydan üstün rüt-
bede bulunan askerlere verilen
ünvan.
sual:
soru.
şayet:
e€er.
tahavvül:
de€işmek, dönüşmek.
talebe:
ö€renciler, tahsil görenler.
telâkki:
bir görüşle bakma.
tenkidat-ı ukalâ:
akıllıların tenkit-
leri, eleştirileri.
tevessü:
genişleme, yayılma.
umum:
hep, bütün, cümle.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
adaletname-i şeriat:
şeriatın
adalet belgesi, ölçüsü.
asr-ı saadet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (
ASM
) pey-
gamber olarak dünyada bu-
lundu€u devir.
canib:
taraf, yön.
celpname:
ça€ırma kâ€ıdı
(mahkemeye), ça€rı pusulası.
celpolunmak:
ça€ırılmak.
cerbeze:
haklı, haksız sözlerle
hakikati gizlemek.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katl; bu derecede a€ır
suç.
davet olunmak:
ça€ırılmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derece:
seviye, düzey, miktar.
divan-ı Harb-i örfî:
Sıkıyöne-
tim Mahkemesi; İttihat ve Te-
rakki hükümeti zamanında 31
Mart Olayından sonra kurulan
ve oldukça sert kararlar alan
sıkıyönetimmahkemesi.
efkâr-ı umumiye:
umumî fi-
kir, kamuoyu.
feveran etmek:
köpürmek,
coşmak.
hakaik:
hakikatler, do€rular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
ibraz etmek:
sunmak, ortaya
1.
Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce de€ildir. (Keşfü’l-Hafâ, 1:127, hadis no: 362.)
2.
Akıllı olanlara bu dediklerim yeterlidir. Ben köyü ça€ırdım, e€er köyde kimseler varsa.
HaşİYe:
Şimdi kırk yedi senedeki dehşetli mahkemelerimde, aynen on bir
buçuk cinayetleri ve on bir buçuk suallerimi o divan-ı Harb-i örfîdeki gibi
tekrar ediyorum.