zira, Vilâyat-ı Şarkiyede en revaçlı olan ahlâk; cesaret,
izzet-i nefis, salâbet-i diniye, muvafakat-i kalb ve lisandır.
Medeniyette nezaket denilen emir, onlarca müdahene-
dir, dalkavukluktur.
•
ikincisi
: Benim, elbisem gibi, ahval ve ahlâkım da
nâsa muhaliftir. Hak ve nefsülemri mihenk itibar ediniz.
zamanın veya âdetin revaç verdi€i görenek vasıtasıyla
numune-i imtisal olmuş bazı ahlâk-ı seyyieyi mikyas yap-
mayınız: “neme lâzım, başkası düşünsün” feryad-ı mey-
yitâne gibi. Ben derim ki: Müslümanım, İslâmiyet cihe-
tiyle manen memurum ve sadâkatle mükellefim. Millete,
din ve devlete nafi olan bir şeyi düşünece€im.
•
üçüncüsü
: Şaz ve nadir olarak, istidad-ı zamanın
fevkinde çok kimseler gelip gitmiş. nâs, iptida onlara cü-
nun veya abes isnadından sonra sihre veya harikaya
hamletmişler. Birinci ve İkinci noktanın mabeyninde
olan tezat, cinnetime hükmeden zevatın, delil ve müdde-
alarında olan tezada imadır. zira, ef’alleriyle demişler:
“divanedir. Çünkü, her mesail-i müşkileye cevap veri-
yor.” Böyle bir delil getiren elbette delidir.
•
dördüncüsü
: Asabî adam, hususan benim gibi sinir-
li bir kimsenin telâş ve hiddet etmesi zarurîdir. Bahusus
bir fikr-i âlîyi, –yani hürriyet-i şer’iyeyi– onbeş sene zih-
ninde taşıyan ve bilfiil karip oldu€u zaman, –yani bir in-
kılâb-ı azîmle– kendini muhatarada ve mehlekede görse
ve temaşasından mahrum kalsa nasıl telâş ve hiddet et-
mesin? Hem de benden daha divane, zaptiye nazırıdır.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 151 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
inkılâb-ı azim:
büyük de€işim.
iptida:
en önce, başta.
isnat:
yakıştırma, dayandırma.
istidad-ı zaman:
zamanın kabili-
yeti.
itibar etmek:
üzerinde durmak,
ehemmiyet vermek.
izzet-i nefis:
insanın vakar ve hay-
siyetini korumaya özen gösterme-
si.
karip:
yakın.
lisan:
konuşma dili.
mabeyninde:
arasında.
mahrum kalmak:
diledi€ini elde
edememek.
manen:
yaratıcının ve inancın
yükledi€i sorumluluk açısından.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
mehleke:
tehlikeli yer veya iş.
memur:
emir ile hareket eden.
mesail-i müşkile:
zor meseleler.
mihenk:
vasıta, ölçü.
mikyas:
ölçü.
muhalif:
aykırılık gösteren, uyma-
yan.
muhatara:
tehlike.
muvafakat-i kalb:
kalb uygunlu-
€u; gönül beraberli€i.
müdahene:
dalkavukluk.
müddea:
asılsız bir şekilde ileri sü-
rülen şey; tez, sav.
mükellef:
vazifeli, sorumlu.
nadir:
eşi-benzeri az bulunan.
nafi:
faydalı, kârlı.
nâs:
insanlar.
nefsülemr:
işin hakikati, aslı.
neme lâzım:
bana ne.
nezaket:
naziklik, zariflik, incelik.
nokta:
konu.
numune-i imtisal:
misal alınması
gereken örnek.
revaç vermek:
kıymet, de€er, iti-
bar göstermek.
revaçlı:
geçerli olan, de€er verilen.
sadâkat:
ba€lılık.
salâbet-i diniye:
dinin emirlerini
korumakta ve tatbik etmekteki
ciddiyet.
sihir:
büyü.
şaz:
kural dışı, istisna.
telâş:
tasa, endişe, kaygı.
temaşa:
bakma, bakıp seyretme.
tezat:
zıtlık.
vasıta:
vesile, sebep.
vilâyat-ı şarkiye:
do€u illeri.
zaman:
vakit.
Zaptiye nazırı:
Osmanlı devletinin
son devresinde emniyet teşkilâtı
başkanı.
zarurî:
zorunlu, ister istemez.
zevat:
zatlar, şahıslar, kişiler.
zihninde:
düşüncesinde.
zira:
çünkü.
abes:
boş, saçma (şey).
âdet:
gelenek, alışkanlık.
ahlâk:
Kur’ân-ı Kerîm ve sün-
net-i şerifte sınırları çizilen ka-
idelerin hayata geçirilmesiyle
kazanılan iyi ve güzel davra-
nışların bütünü.
ahlâk-ı seyyie:
çirkin ahlâk,
kötü huylar.
ahval:
durum, vaziyet.
asabî:
sinirli, öfkeli.
bahusus:
özellikle.
bilfiil:
yaparak, işleyerek.
cesaret:
yi€itlik; atılganlık, gö-
zü peklik.
cihetiyle:
yönüyle.
cinnet:
delilik.
cünun:
cinnet hâli, delilik.
dalkavuk:
yaltakçı.
delil:
iz, nişan, emare.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
ef’al:
fiiller, işler, ameller.
elbette:
her hâlde.
feryad-ı meyyitâne:
ölünün
hâl dili ile seslenişi gibi
söylemek.
fevkinde:
üzerinde, üstünde.
fikr-i âlî:
yüce fikir.
görenek:
başkalarından gör-
mek.
hak:
do€ruluk, gerçeklik.
hamletmek:
bir sebebe ba€-
layıp ondan ileri geldi€ini ka-
bul etmek.
harika:
her zaman rastlanma-
yan, ola€anüstü.
hiddet etmek:
öfkelenmek,
kızmak.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmetmek:
karar vermek.
hürriyet-i şer’iye:
dine uygun
hürriyet; herkesin meşru hare-
ketlerinde tam serbest olması.
ima:
üstü kapalı ifade etmek.