Fikrimce, meşrutiyetin düşmanı, meşrutiyeti gaddar,
çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle meşveretin de düş-
manlarını çok edenlerdir. “tebeddül-i esma ile hakaik te-
beddül etmez.”
en büyük hata, insan kendini hatasız zannetmek oldu-
€undan, hatamı itiraf ederim ki: nâsın nasihatini kabul
etmeden, nâsa nasihati kabul ettirmek istedim. nefsimi
irşat etmeden başkasının irşadına çalıştı€ımdan, emr-i
bilmarufu tesirsiz etmekle tenzil ettim.
Hem de tecrübe ile sabittir ki, ceza bir kusurun netice-
sidir. Fakat, bazen o kusur işlenmemiş başka kusurun su-
retinde kendini gösterir. o adam masum iken, cezaya
müstahak olur. Allah musibet verir, hapse atar, adalet
eder; fakat, hâkim ona ceza verir, zulmeder.
ey ulülemir!
Bir haysiyetim vardı, onunla İslâmiyet milliyetine hiz-
met edecektim; kırdınız. kendi kendine olmuş, istemedi-
€im bir şöhret-i kâzibem vardı, onunla avama nasihatimi
tesir ettiriyordum; maalmemnuniye, mahvettiniz. Şimdi
usandı€ım bir hayat-ı zayıfım var; kahrolayım e€er ida-
ma esirgersem, mert olmayayım e€er ölmeye gülmekle
gitmezsem. sureta mahkûmiyetim vicdanen mahkûmi-
yetinizi intaç edecektir.
Bu hâl bana zarar de€il, belki şandır. Fakat millete
zarar ettiniz. zira nasihatimdeki tesiri kırdınız. saniyen
kendinize zarardır. zira hasmınızın elinde bir hüccet-i
kàtıa olurum. Beni mihenk taşına vurdunuz. Acaba
Eski said dönEmi EsErlEri
| 137 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
maalmemnuniye:
memnuniyet-
le.
mahkûmiyet:
hüküm giyme, hü-
kümlülük.
mahvetmek:
ortadan kaldırmak.
masum:
suçsuz, kabahatsiz.
mert:
adam.
meşrutiyet:
başında hükümdar
bulunmakla birlikte seçimle kuru-
lan bir yasama meclisine dayanan,
yürütmesi denetime açık anaya-
sal idare şekli.
meşveret:
müşavere, bir konu
hakkında çeşitli ve ehil şahıslardan
fikir almak, danışmak.
mihenk taşı:
ayar, ölçü taşı.
milliyet:
bir milleti di€er milletten
ayıran hâllerin ve özelliklerin ta-
mamı.
musibet:
felâket, belâ, dert, sıkıntı.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
nâs:
insanlar.
nasihat:
ö€üt; akıl ö€retmek, yol
göstermek.
nasihat:
ö€üt.
nefis:
kendi, şahıs.
netice:
sonuç.
sabit:
ispatlanmış.
saniyen:
ikinci olarak.
sureta:
görünüşte, görünüş ola-
rak.
suretinde:
şeklinde, biçiminde.
şan:
rütbe.
şöhret-i kâzibe:
geçici, yalancı
şöhret, aldatıcı ün.
tebeddül:
başkalaşma, de€işme,
başka hale getirme, başka şekil al-
ma.
tebeddül-i esma:
isimlerin başka-
laşması, de€işmesi.
tecrübe:
deneyim.
tenzil etmek:
de€erinden düşür-
mek.
tesir:
etki.
tesirsiz:
etkisiz, etki etmeyen.
ulülemir:
devleti idare edenler.
vicdanen:
vicdanca, vicdan bakı-
mından.
zannetmek:
sanmak, kabul et-
mek.
zira:
çünkü.
zulüm:
adaletsizlik.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan halk tabakası.
bazen:
ara sıra.
belki:
şüphesiz.
çirkin:
kötü, fena.
emr-i bilmaruf:
iyili€i emret-
mek.
fakat:
ama, şu kadar var ki,
ancak, yalnız.
fikir:
düşünce; görüş, kanaat.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
hakaik:
hakikatler, do€rular,
gerçekler.
hâkim:
kanun uygulayan kim-
se.
hâl:
durum, vaziyet.
hasım:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
hata:
yanlış, kusur.
hayat-ı zayıf:
zayıf hayat.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hilâf-ı şeriat:
dine, şeriata ay-
kırı.
hizmet:
bir işin yapılması için
gayret göstermek.
hüccet-i kàtıa:
katî delil, kesin
delil, hiç bir şüpheye mahal bı-
rakmayan delil.
idam:
asılarak ölmek.
intaç etmek:
netice vermek,
sebep olmak.
irşat:
do€ru yola yöneltme;
gafletten uyandırma, uyarmk.
itiraf etmek:
başkalarının bil-
medi€i bir kusurunu söyle-
mek.
kabul etmek:
razı olmak, uy-
gun bulmak.
kahrolmak:
yok olmak, helâk
olmak.
kusur:
suç, kabahat.