söndürülmesine teşebbüs edecektim. Fakat avam çok,
bizim hemşehriler gafil ve safdil, ben de bir şöhret-i kâ-
zibe ile görünüyorum. üç dakikadan sonra çekildim. Ba-
kırköy’üne gittim; tâ beni tanıyanlar karışmasınlar. rast
gelenlere de karışmamak tavsiye ettim. e€er zerre mik-
tar dahlim olsa idi; zaten elbisem beni ilân ediyor, iste-
medi€im bir şöhret de beni herkese gösteriyordu; bu iş-
te pek büyük görünecektim. Belki Ayastafanos’a kadar,
tek başıma olsun, Hareket ordusuna karşı mukabele
ederek, ispat-ı vücut edecektim, merdane ölecektim. o
vakit dahlim bedihî olurdu, tahkike lüzum kalmazdı.
İkinci günde bir ukde-i hayatımız olan itaat-i askeriye-
den sual ettim.
dediler ki: “Askerlerin zabitleri asker kıyafetine gir-
miş; itaat çok bozulmamış.”
tekrar sual ettim: “kaç zabit vurulmuş?”
Beni aldattılar, dediler: “Yalnız dört tane. onlar da
müstebit imişler. Hem, şeriatın adap ve hudûdu icra olu-
nacak.”
Bir de gazetelere baktım; onlar da o kıyamı meşru gi-
bi tasvir ediyorlardı. Ben de bir cihette sevindim. zira, en
mukaddes maksadım, şeriatın ahkâmını tamamen icra
ve tatbiktir. Fakat itaat-i askeriyeye halel geldi€inden ni-
hayet derecede me’yus ve müteessir oldum. Ve umum
gazetelerle askere hitaben neşrettim ki:
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 130 |
Eski said dönEmi EsErlEri
adap:
usul, yol, yordam, davranış
kaideleri.
ahkâm:
emirler, hükümler.
avam:
kaba ve cahil halk tabakası,
ayak takımı.
ayastafanos:
İstanbul’da Yeşilköy
semtinin eski adı.
bedihî:
besbelli, aşikâr; açık.
cihet:
yön.
dahli olmak:
karışmak, içine gir-
mek.
fakat:
ancak; lâkin, ama.
gafil:
olanın bitenin farkında olma-
yan.
halel:
bozukluk; düzensizlik.
Hareket Ordusu:
1909 yılında, 31
Mart Ayaklanması’nı bastırmak
için, Selanik’ten gelen Mahmut
Şevket Paşa komutasındaki ordu.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı mem-
leketli.
hitaben:
hitap ederek, söyleyerek.
hudûd:
dinin adap ve ceza hü-
kümlerini uygulama.
icra etmek:
hükmü yerine getir-
mek.
icra:
bir işi yerine getirmek.
ilân etmek:
belli etmek.
ispat-ı vücut:
varlı€ını göstermek.
itaat:
alınan emre göre hareket
etmek; disiplin.
itaat-i askeriye:
askerin emre uy-
ması, itaati.
kıyafet:
kılık; bir şeyin dış görünü-
şü.
kıyam:
ayaklanmak, isyan.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
maksat:
varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
me’yus:
ümidi kesilmiş.
merdane:
mertçe, erkekçe.
meşru:
şeriata uygun, haklı.
miktar:
kadar, ölçü.
mukabele etmek:
karşılık
vermek, karşılamak.
mukaddes:
mübarek, kutsal,
aziz, temiz.
müstebit:
zorba, despot; zu-
lüm ve baskıda bulunan.
müteessir:
hüzünlü, kederli,
mahzun.
neşretmek:
yayınlamak.
nihayet:
son.
rastgelmek:
rastlamak, karşı-
laşmak.
safdil:
hile, oyun bilmeyen,
kolay aldatılan.
sual etmek:
sormak; istekte
bulunmak.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi; din.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün.
şöhret-i kâzibe:
geçici, yalancı
şöhret, aldatıcı ün.
tahkik:
araştırıp soruşturmak;
incelemek.
tamamen:
eksiksiz ve tam
olarak.
tasvir etmek:
bir şeyi yazıyla
veya başka ifade tarzlarıyla
anlatmak.
tatbik:
uygulamak.
tavsiye etmek:
ö€ütlemek.
teşebbüs etmek:
bir işi yap-
mak için harete geçmek.
ukde-i hayat:
hayat dü€ümü.
umum:
hep, bütün, cümle.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zaten:
aslında, kendili€inden.
zerre:
en küçük parça.
zira:
çünkü.