demek Fransız Büyük İhtilâli bize tamamen hareket
düsturu olamaz. Yanlışlık tatbik-i nazariyat ve mukteza-i
hâli düşünmemekten çıkar.
Ben ki ümmî bir köylüyüm, böyle cerbezeli ve muga-
lâtalı ve a€razlı muharrirlere nasihat ettim, demek cina-
yet (!) işledim.
alTInCI CinaYET
kaç defa büyük içtimalarda heyecanları hissettim.
korktum ki, avam-ı nâs, siyasete karışmakla asayişi ihlâl
etsinler. türkçeyi yeni ö€renen köylü bir talebenin lisa-
nına yakışacak lâfızlarla heyecanı teskin ettim. ezcümle,
Bayezit’te talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde
ve Ferah tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece
heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı.
Ben ki bedevî bir adamım, medenîlerin entrikalarını
bildi€im hâlde işlerine karıştım, demek cinayet (!) ettim.
YEdinCi CinaYET
İşittim, İttihad-ı Muhammedî (
AsM
) namıyla bir cemiyet
teşekkül etmiş. nihayet derecede korktum ki, bu ism-i
mübare€in altında bazılarının bir yanlış hareketi meyda-
na gelsin.
sonra işittim, bu ism-i mübare€i bazı mübarek zevat
(süheyl paşa ve Şeyh sadık gibi zatlar) daha basit ve sırf
ibadete ve sünnet-i seniyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o
siyasî cemiyetten kat-ı alâka ettiler, siyasete karışmaya-
caklar.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 125 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
lisan:
konuşma dili.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviyesi
bakımından yüksek durumda bu-
lunan; uygar, modern.
mevlit:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
do€umu menkıbesi ve hayatı ile il-
gili eser; Süleyman Çelebi’nin bu
konudaki meşhur ve yaygın eseri;
bu eserin okundu€u dinî tören.
mugalâtalı:
yanıltıcı; delilsiz veya
uydurma.
muharrir:
yazar; gazete vs. yazarı;
gazeteci.
mukteza-i hâl:
durumun gerektir-
mesi, durum icabı.
mübarek:
be€enilen, sevilen.
nakletmek:
iletmek, aktarmak.
nam:
ad, isim.
nasihat etmek:
do€ruya, iyiye,
güzele sevk etmek için konuşmak;
akıl ö€retmek, yol göstermek.;
nihayet derece:
son derece.
sırf:
ancak, yalnız.
siyaset:
devlet idaresi ile ilgili
esaslar; politika.
siyasete karışmak:
siyasete gir-
mek; politikaya atılmak.
siyasî:
siyasetle ilgili; politik; siya-
setle u€raşan.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
talebe:
ö€renci.
tamamen:
eksiksiz ve tam olarak.
tatbik-i nazariyat:
ilmî görüşlerin
ortaya konması, uygulanması.
tebaiyet:
tâbilik, tâbi olma, uyma.
teskin etmek:
sakinleştirmek, ya-
tıştırmak.
teşekkül etmek:
şekillenmek; ku-
rulmak.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimseler.
a€razlı:
kin tutan; garezleri
olan.
asayiş:
kanun ve nizam haki-
miyetinin sa€lanması; düzen.
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
basit:
yalın, sade.
bedevî:
göçebe iptidaî tarzda
yaşayan.
cemiyet:
topluluk, birlik; he-
yet.
cerbezeli:
aldatıcı kurnazca.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katl; bu derecede a€ır
suç.
defa:
kere, kez.
derece:
miktar.
düstur:
kural, prensip.
entrika:
bir çıkar sa€lamak
veya birine zarar vermek
maksadıyla hazırlanan düzen,
dalavere, hile, desise.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
hâl:
durum, vaziyet.
hareket:
davranış, tutum, ta-
vır, tarz.
hissetmek:
sezinlemek.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapmak.
içtima:
toplantı, toplanma.
ihlâl:
halel getirmek, bozmak,
sa€lamlı€ına zarar vermek.
ism-i mübarek:
kutsal saygı-
de€er isim.
ittihad-ı muhammedî:
Süheyl
Paşa, Mehmet Sadık, Ferik Rıza
Paşa, Derviş Vahdeti ve arka-
daşları tarafından İstanbul’da
5 Nisan 1909 tarihinde kurulan
bir cemiyet.
kat-ı alâka etmek:
ilgiyi kes-
mek.
lâfız:
söz, kelime, a€ızdan çı-
kan, manalı veya manasız söz.