ihtilâf ü tefrika endişesi,
kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
ittihatken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz;
ittihat etmezse millet, da€dar eyler beni.
Yavuz Sultan Selim
Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm
için:
Birincisi
: o ismi tahdit ve tahsisten halâs etmek ve
umum mü’minlere şümulünü ilân etmek; tâ ki, tefrika
düşmesin ve evham çıkmasın.
ikincisi
: Bu geçen musibet-i azîmeye sebebiyet veren
fırkaların iftirakının tevhid ile önüne set olmaktı. Vâese-
fâ ki, zaman fırsat vermedi; sel geldi, beni de yıktı.
Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüre-
ce€im. Fakat, hocalık elbisem de yandı ve uhdesinden
gelemedi€im bir yalancı şöhret de maalmemnuniye ref
oldu.
Ben ki adî bir adamım, böyle meclis-i mebusan ve
ayan ve vükelânın en mühim vazifelerini düşündürecek
bir emri uhdeme aldım, demek cinayet (!) ettim.
sEkiZinCi CinaYET
Ben işittim ki, askerler bazı cemiyetlere intisap ediyor-
lar. Yeniçerilerin hâdise-i müthişesi hatırıma geldi, gayet
telâş ettim. Bir gazetede yazdım ki:
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 128 |
Eski said dönEmi EsErlEri
adî:
sıradan.
ayan:
seçkinler ve ileri gelenler.
bîkarar:
kararsız; rahatsız.
cemiyet:
topluluk, birlik; hey’et.
cinayet:
adam öldürme, cana kıy-
ma, katl; bu derecede a€ır suç.
çare:
bir engel veya sıkıntıdan
kurtulabilmek için yapılması gere-
ken, çıkış yolu.
da€dar:
kızgın demirle da€lanmış
yaralı; pek müteessir, çok üzgün.
def’:
yok etmek, gidermek; mâni
olmak.
emir:
iş, şey, husus.
endişe:
vesvese, kuşku, merak.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular.
eylemek:
etmek, yapmak.
fırka:
insan toplulu€u, grubu; ce-
maat, cemiyet.
fırsat:
bir iş için en uygun zaman
ve hâl.
gayet:
son derece.
hâdise-i müthişe:
insanı dehşete
düşüren ve hayrette bırakan olay.
halâs etmek:
kurtarmak.
hoca:
Müslüman din adamı, dinî
bilgisi çok olan kimse.
iftirak:
ayrılmak, da€ılmak.
ihtilâf ü tefrika:
ayrılık, anlaşama-
ma ve ayrı ayrı olmak.
ilân etmek:
yaymak, duyurmak,
bildirmek.
intisap etmek:
mensup olmak,
ba€lanmak; girmek.
ittihat:
birlik; aynı fikir ve görüşte
olma, fikir birli€i etme.
kûşe-i kabir:
, kabir köşesi.
maalmemnuniye:
memnuniyet-
le, memnunlukla, seve seve.
maksad-ı azîm:
büyük amaç.
meclis-i mebusan:
mebuslar
meclisi, Osmanlı devleti zamanın-
da halk tarafından seçilen mebus-
ların meclisi, Millet Meclisi.
millet:
din ve şeriat; inanç; bir din
veya mezhepte bulunanların ta-
mamı, ümmet; millet, ulus; ço€un-
lukla aynı topraklar üzerinde ya-
şayan, aralarında din, dil, duygu,
ortak tarih, ülkü, gelenek ve göre-
nek birli€i olan insan toplulu€u;
benzer özellikleri olan topluluk; bir
yerde bulunan kimselerin bütünü,
herkes; sınıf, topluluk, kategori;
halk.
musibet-i azîme:
büyük musibet.
mü’min:
inanan.
mühim:
önemli, lüzumlu, ge-
rekli.
ref:
yüceltme, kalkındırma;
yukarı kaldırma, yükseltme;
kaldırma, giderme, feshetme,
la€vetme, hükümsüz bırakma;
Arabcada bir kelimenin sonu-
nu ötreli okuma.
savlet-i a’dâ:
düşmanların şid-
detli hücumu, saldırısı.
sebebiyet vermek:
sebep ol-
mak.
set:
engel.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün; ad, san.
şümul:
içine almak, kapsa-
mak, ihata etmek.
tâ ki:
öyle ki.
tahdit:
hudutlandırmak, sınır-
lamak.
tahsis:
has kılmak; bir şeyi bir
kimseye veya bir yere ayır-
mak.
tefrika:
bölünme, ayrılık.
telâş etmek:
tasalanmak, en-
dişe duymak.
teşebbüs etmek:
bir işi yap-
mak için harete geçmek, baş-
lamak, girişmek.
tevhid:
birlik, birliktelik.
uhde:
bir işi üzerine alma; so-
rumluluk.
umum:
hep, bütün, cümle.
vâesefâ:
esefler olsun, ne
üzüntü!
vazife:
görev, ödev.
vükelâ:
vekiller; Osmanlı dev-
letinde kabine azası vekiller,
bakanlar.
yeniçeri:
I. Murat tarafından
Yeniçeri Oca€ı adıyla kurulan
sürekli ve ücretli asker sınıfı;
bu sınıftan olan asker.
zahiren:
görünüşte, meydan-
da olarak.