şimendiferi beklerken, cemiyet-i beşeriyenin gaddarâne
hâllerini tenkit ederek, de€il yalnız sizlere, belki bu za-
mandaki nev-i benîbeşere irad etti€im bir nutuktur.
onun için,
(1)
o
ôp
FBG n
ô° s
ùdG n
¤r
Ño
J n
? r
ƒn
j
sırrınca, kabr-i kalbden ha-
kaik çıplak çıktı. namahrem olan kimseler nazar etme-
sin. Ahirete kemal-i iştiyak ile müheyyayım. Bu asılanlar-
la beraber gitmeye hazırım. nasıl ki bir bedevî garaippe-
rest İstanbul’un acaip ve mehasinini işitmiş, fakat gör-
memiş; nasıl kemal-i hahişle görmeyi arzu eder! Ben de
ma’rez-i acaip ve garaip olan âlem-i ahireti o hahişle
görmek istiyorum. Şimdi de öyleyim. Beni oraya nefyet-
mek, bana ceza de€il. sizin elinizden gelirse, beni vicda-
nen tazip ediniz! Ve illâ başka suretle azap, azap de€il,
benim için bir şandır!
“Bu hükûmet, zaman-ı istibdatta akla husumet ederdi,
şimdi de hayata adavet ediyor. e€er hükûmet böyle olur-
sa, yaşasın cünun, yaşasın mevt! zalimler için de yaşasın
cehennem!.. Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârı-
mı onda beyan edeyim. Şimdi bu divan-ı Harb-i örfî iyi
bir zemin oldu.”
(2)
Bidayetlerde herkesten sual olundu€u gibi, divan-ı
Harbde bana da sual ettiler:
“sen de şeriatı istemişsin?”
dedim:
“Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye
hazırım! zira,
şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve
fazilettir.
Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi de€il.”
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 118 |
Eski said dönEmi EsErlEri
acaip:
de€işik, hayrette bırakan.
adalet-i mahz:
saf ve tam adalet.
adavet:
düşmanlık.
ahiret:
öteki dünya, kıyametten
sonra kurulacak olan âlem.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi, öbür
dünya.
azap:
eziyet, işkence, sıkıntı.
bedevî:
göçebe; iptidaî tarzda ya-
şayan.
beyan etme:
anlatma, açıklama.
bidayet:
başlangıç.
cemiyet-i beşeriye:
insan toplulu-
€u, insan cemiyeti.
cünun:
delilik.
divan-ı Harb-i örfî:
Sıkıyönetim
Mahkemesi.
divan-ı Harb:
Sıkıyönetim Mahke-
mesi.
efkâr:
düşünceler, fikirler.
fazilet:
ahlâklı, iyi hareket etmeye
yönelten manevî güç, erdem.
feda etme:
gözden çıkarma.
gaddarâne:
zalimce, gaddarca,
merhametsizce, haincesine.
garaip:
tuhaf, şaşılacak, hayret
edilecek şeyler; tuhaflıklar.
garaipperest:
garip şeylere çok
düşkün olan, tuhaf işleri seven.
hahiş:
istek, arzu, isteyiş.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet.
husumet:
düşmanlık.
hükûmet:
devleti yöneten kadro.
illâ:
aksi hâlde, yoksa.
irad etmek:
söylemek.
kabr-i kalb:
kalbin içi, merkezi.
kemal-i hahiş:
istek ve arzunun
son derecesi, büyük bir istek; can
atarcasına.
kemal-i iştiyak:
istek ve arzunun
son derecesi, tam bir istek ve arzu.
ma’rez-i acaip:
görülmedik varlık-
ların ve olayların sergisi.
mehasin:
güzellikler.
mevt:
ölüm.
müheyya:
hazır, hazırlanmış,
amade.
namahrem:
mahrem olmayan; ni-
kâh düşen; yabancı.
nazar etme:
göz atma, bakma.
nefyetme:
gönderme, sürme.
nev-i benîbeşer:
insanlar, insanlık
âlemi.
nutuk:
konuşma, söylev.
ruh:
insan ve hayvanlardaki dirilik
kayna€ı.
sebeb-i saadet:
mutluluk sebebi,
vasıtası.
sır:
manevî hakikat.
suret:
biçim, şekil.
şan:
yüksek makam, rütbe.
şeriat:
din, İslâm; din kuralları.
şimendifer:
demiryolunda çalışan
vasıta, tren.
tazip etmek:
azap vermek, eziyet
etmek.
tenkit etmek:
eleştirmek.
vicdanen:
vicdanca, vicdan bakı-
1.
Sırların ortaya çıktı€ı gün. (Tarık Suresi: 9.)
2.
Birinci ve ikinci baskı (1909-1910) Osmanlıca nüshalarda Üstad Bediüzzaman Hazretleri şun-
ları ifade etmektedir:
”İleride gelen sözler Harbiye Nezaretinde feveran etti. Müteferrik
zamanlarda, yani nutkun sülüsü, mukadder suallere cevaben İkinci
Divan-ı Harbde birden söyledim. Ve sualler kısmı, tahliyemin ikinci
gününde Birinci Divan-ı Harb Reisi Hurşit Paşa’ya bir defa ve başka-
sına mükerreren, masum mahpusları müdafaa için irad ettim. Ve bir
parçasını da başka yerlerinde münakaşa suretinde söyledim.”
mından, içten, yürekten.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden, acımasız ve haksız dav-
ranan; merhametsiz, gaddar.
zaman-ı istibdat:
zülum, bas-
kı dönemi.
zemin:
yer, ortam; durum.