(1)
o
¬ n
`fÉ n
ëÑ° o
S /
¬` p
ª° r
SÉp
H
[Yarım asır evvel tabedilen bu müdafaayı, şimdi bu asra daha
muvafık gördük. güya o zamandan elli sene sonra bir hiss-i
kablelvuku ile bir nevi ihbar-ı gaybî olarak hayat-ı içtimaiyeyi
alâkadar eden çok hakikatlere temas etti€inden neşredildi.]
(2)
Eserin Kırk Beş Sene
(3)
Evvel Tab’ındaki İfade-i Naşir
Ahmed Rami z der :
Ü
Ç yüz yiRmi üÇ
senesi zarfında idi ki, Şarkın yal-
çın, sarp, âhenin mavera-i şevahik-ı cibalinde tu-
lû etmiş said nursî isminde nevadir-i hilkatten ma’dut bir
ateşpare-i zekânın İstanbul afakında rü’yet edildi€i habe-
ri etrafa aksetmiş ve fıtraten mütecessis olan bazı kimse-
ler o harika-i fıtratı peyâpey gördükçe, mader-i hilkatin
hazain-i lâtefnâsındaki sahaveti bir türlü hazmedemeyen-
ler, Şarkî Anadolu kıyafetinde, o şal ve şalvar altında
öyle bir kânun-i dehanın ihtifa edebilece€ini bir türlü
anlamayarak,
(4)
bir kısım adamlar ona, “mecnun” de-
mişlerdi.
said nursî, filvaki ifrat-ı zekâ itibarıyla hudud-i cünun-
da idi. Fakat, öyle bir cünun ki, “onun ulvî ruh ve ke-
mal-i aklına işarettir” diye, bir zat
(5)
şu mısralarında ter-
cüman-ı zîşanı olmuştur:
Cünun, başımda yanar âteş-i maâlîdir;
Cünun, başımda benim bir zekâ-i âlîdir.
Benim cünunuma rehber, ziya-i ulviyet;
Benim cünunumu bekler, azîm bir niyet.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 113 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
gibi zekâ; keskin zekâ sahibi.
azîm:
büyük, yüce.
bedbaht:
bahtsız.
cünun:
delirme, çıldırma, delilik.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan.
filvaki:
hakikaten, gerçekten.
harika-i fıtrat:
yaratılış harikası,
ola€anüstü yaratılışta olan.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
cemiyet hayatı, toplum hayatı.
hazain-i lâtefnâ:
bitmez hazine.
hazmetmek:
kabullenmek.
hiss-i kablelvuku:
bir hâdisenin
gerçekleşmeden kalbe do€ması.
hudud-i cünun:
mecnunluk sınırı.
ifade-i naşir:
yayıncının ifadesi.
ifrat-ı zekâ:
aşırı zekâ olması.
ihbar-ı gaybî:
gayba ait haber,
geçmiş veya gelece€e ait haber.
ihtifa:
gizlenme, saklanma.
kânun-i deha:
üstün zekâ ve ye-
tenek kayna€ı, oca€ı.
kemal-i akıl:
aklın olgunlu€u, ak-
lın mükemmelli€i.
kıt’a:
dörtlük.
ma’dut:
sayılan, addolunan.
mader-i hilkat:
Allah’ın yaratma
sıfatı.
mavera-i şevahik-ı cibal:
yüksek
da€ların arkası, ötesi.
mecnun:
çılgın, deli.
mekteb-i musibet:
sıkıntı ve belâ-
ların ö€reticili€i, okul oluşu.
mısra:
şiirin her bir satırı.
muvafık:
yerinde, uygun.
müdafaa:
savunma; koruma.
mütecessis:
insanların
gizli
yönlerini ve özel hayatlarını araştı-
ran; aşırı meraklı.
neşredilmek:
yayınlanmak.
nevadir-i hilkat:
yaratılıştan az
bulunur de€erli şey.
nevi:
çeşit.
niyet:
maksat, meram, amaç.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
peyâpey:
yavaş yavaş, tedricen.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
ruh:
canlılı€ın ve dirili€in, iradeyle
ilgili ve irade dışı hareketlerin ve
idrak kabiliyetinin kayna€ı.
rü’yet edildi€i:
görüldü€ü.
sahavet:
cömertlik.
sarp:
çıkılması geçilmesi zor yer.
şalvar:
bir çeşit bol pantolon.
şark:
do€u.
Şarkî anadolu:
Do€u Anadolu.
tab:
kitap baskısı.
tabetmek:
kitap basmak.
temas:
de€inme, bahsetme.
tercüman-ı zîşan:
şanlı tercüman.
tulû etme:
do€ma.
ulvî:
yüksek, yüce.
yalçın:
düz, çıplak ve kaygan.
zarfında:
içerisinde.
zekâ-i âlî:
çok büyük, yüce zekâ.
ziya-i ulviyet:
yücelik ışı€ı.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Osmanlıca teksir nüshada bu açıklama yerine şunlar kaydedilmiştir:
“Kırk altı sene evvel
tabedilmiş hakikatli bir eserdir. Fakat müellifi o zaman Türkçe iyi bilmedi€inden,
kısa cümlelerle şiddetli bir zamandaki ibareleri çok dikkatle ancak anlaşılabilir.”
3.
Eserin Hicrî 1328 (Milâdî 1910) tarihli ikinci baskısıdır. Zira 1327’deki birinci baskıda naşire
ait bir takdim yazısı yoktur.
4.
Osmanlıca el yazması teksirde buradan sonrası şöyledir:
“… âtıl ve müzevvir olan ekseri-
yet-i hasîse, zelil olan hissiyat-ı umumiyesini bir kelime-i tezyifin mana-i intikamında
telhis etmişlerdi: mecnun.”
5.
O zat, İkiMekteb-iMusibetinŞahadetnamesi eserinin Osmanlıca İkinci Baskı nüshasında yer
aldı€ı gibi, naşiri Ahmed Ramiz’in ifadesiyle “bedbaht şair” Abdullah Cevdet’tir.
afak:
ufuklar.
âhenin:
demir gibi sa€lam.
alâkadar etme:
ilgilendirme.
âteş-i maâlî:
yüksek fikir ate-
şi.
ateşpare-i zekâ:
ateş parçası