kürdlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü, her
şeyden evvel Müslümandırlar, hem de salâbet-i diniyeyi
taassup derecesine isal eden hakikî Müslümanlardan. Bi-
naenaleyh ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadık-
ları meselesi onları bir dakika bile işgal etmez.
(1)
n
ás
«p
?p
gÉn
ér
dG n
ás
«p
Ñ°n
ün
©r
dG p
á s
Ñ` n
L o
ás
«p
en
Ór
°Sp
’r
Gn
“islâm, uhuvvet-i islâmiyeye münafi olan kavmiyet da-
vasını meneder.”
esasen, bu tarihe ait bir şeydir. kürdlerin asıl ve ne-
sepleri ne olursa olsun, İslâm’dan iftiraka vicdan-ı millîle-
ri asla müsait değildir. Bununla beraber, kürdlerin, Arab
kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakaik-ı tari-
hiyedendir.
İslâmiyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-i İslâm
aleyhine olarak menfi surette intibah hâsıl etmesini
kabul edemez. Binaenaleyh, kürdleri Müslümanlıktan
ayırmak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket
ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte top-
lanan beş-on kişiden ibaret. Hakikî kürdler, kimseyi ken-
dilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar. onların
vekili ve kürdlük namına söz söyleyecek, ancak Meclis-i
Mebusan-ı osmaniyedeki mebuslar olabilir.
kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. kürd-
ler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense
ölümü tercih ederler. eğer, kürdlerin serbestiyet-i inkişa-
fını düşünmek lâzım gelirse bunu Boğos nubar’la Şerif
paşa değil, devlet-i Âliye düşünür. Hülâsa: kürdler
keyfiyeten:
nitelik ve özellik bakı-
mından.
kulüp:
dernek.
mahut:
belli olan, bilinen.
mebus:
milletvekili.
meclis-i mebusan-ı Osmaniye:
Osmanlı mebuslar meclisi.
men etme:
yasak etme, engelle-
me.
menfi:
olumsuz, müspet olmayan.
muhalif:
muhalefet eden, bir fiil
ve düşünceye karşı zıt düşüncede
bulunan.
muhtariyet:
özerklik, bağımsızlık.
münafi:
zıt, aykırı.
müsait:
uygun.
namına:
adına.
nesep:
soy-sop, nesil, silsile.
salâbet-i diniye:
din sağlamlığı, di-
nin emirlerini korumakta ve tatbik
etmekteki ciddiyet.
serbestiyet-i inkişaf:
gelişme,
kalkınma özgürlüğü.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şarkî:
doğu, şark ile ilgili.
taassup:
kendi din ve milletini çok
üstün tutma, aşırı bağlılık.
uhuvvet-i islâmiye:
İslâm kardeş-
liği.
unsur-i islâm:
Müslüman ırk, ka-
vim.
vekil-i müdafi:
müdafaa eden, sa-
vunan vekil.
vicdan-ı millî:
millî vicdan.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
asıl:
soy, kök.
asla:
kesinlikle.
bahsetmek:
söz etmek, ko-
nuşmak.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
dava:
iddia, sav.
derece:
seviye, mertebe.
devlet-i Âliye:
Osmanlı Devle-
ti.
ecnebi:
yabancı.
esasat-ı islâmiye:
İslâm’ın
esasları.
esasen:
aslında, temelinde,
doğrusu.
evvel:
önce.
hakaik-ı tarihiye:
tarihî ger-
çekler.
hakikî:
gerçek.
hâsıl etme:
meydana getirme,
ortaya çıkarma.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
ırken:
ırk, soy bakımından.
ibaret:
kadar.
iftirak:
ayrılık, ayrılma.
inkişaf:
gelişme, ilerleme.
intibah:
uyanıklık.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
işgal:
oyalama, meşgul etme.
kavm-i necip:
asil soy.
kavmiyet:
kavimcilik, ırkçılık.
kemiyeten:
sayı itibarıyla, sa-
yıca.
1.
Müsned, 4:199, 204-205; Müslim, İmare: 53-54; İbniMâce, Fiten: 7; EbuDavud, Edep: 11-112.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 109 |
m
akalâT