Hem de dediler:
“İttihad-ı Muhammediyeye
(
AsM
)
dâhil misin?”
dedim:
“Maaliftihar, en küçük efradındanım. Fakat, benim ta-
rif etti€im vecihle. Ve o ittihattan olmayan, dinsizlerden
başka kimdir, bana gösteriniz.”
İşte o nutku şimdi neşrediyorum. tâ ki, meşrutiyeti le-
keden ve ehl-i şeriatı me’yusiyetten ve ehl-i asrı tarih na-
zarında cehil ve cünundan ve hakikati evham ve şüphe-
den kurtarayım. İşte başlıyorum. dedim:
ey Paşalar, zabitler!
Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmali:
o
Qp
òn
àr
Yn
G n
? r
«n
c/
‹ r
?o
?n
a»/
Hƒo
fo
P r
ân
fÉn
c Én
¡p
H t
?p
On
G?/
J
s
ÓdG n
»p
æ°p
SÉn
?n
Gk
Pp
G
Yani:
medar-ı iftiharım olan mehasinim şimdi günah
sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.
Mukaddeme olarak söylüyorum:
Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnat olun-
sa, cezadan korkmaz. Hem de, haksız yere idam olun-
sam, iki şehit sevabını kazanırım. zira, başka şehit yarı
mükâfatını dünyada nam ve şöhretle mübadele eder.
(1)
Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bu-
lunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane
olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamak-
tan daha hayırlıdır.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 119 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
itizar etmek:
özrünü, mazeretini
bildirmek.
ittihad-ı muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’e (
ASM
) inananların mey-
dana getirdi€i gönül birli€i ve bu
kişilerin kurdu€u cemiyet.
ittihat:
aynı fikir ve görüşte ol-
mak, fikir birli€i etmek.
lâfız:
söz, kelime.
maaliftihar:
iftiharla, övünerek, if-
tihar ederek.
mazlumiyet:
mazlumluk, zulüm
görmüşlük.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
medar-ı iftihar:
iftihar sebebi,
övünme sebebi.
mehasin:
iyilikler.
mert:
sözünün eri, yi€it.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de€i-
şikli€iyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
mevki:
yer, mekân.
mukaddeme:
ilk söz, önsöz, baş-
langıç.
mütehayyir:
hayrette kalan, şaş-
mış, şaşırmış.
nazar:
düşünme, fikir.
neşretmek:
basmak, yaymak.
nutuk:
ikna maksadıyla bir toplu-
luk önünde yapılan konuşma, hi-
tap.
paşa:
Osmanlılarda yüksek sivil
memurlara ve albaydan üstün rüt-
bede bulunan askerlere verilen
ünvan.
rahat:
istirahat, dinlenme; huzur,
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah ta-
rafından verilen mükâfat.
şayet:
e€er, ola ki, olabilir ki, olur
ki.
şehit:
Allah’ın ve dinin adını yücelt-
me u€runa canını feda ederek
savaşta vurulup ölen Müslüman.
tâ ki:
yeter ki, öyle ki.
tarif etmek:
etraflıca anlatmak,
bildirmek.
tarih:
toplumları, milletleri, devlet-
leri ve bunların kuruluşlarını etki-
leyen hareketlerden do€an olayla-
rı inceleyen bilim.
tenezzül etmek:
kendine aykırı
düşen bir işi veya durumu kabul
etmek, alçalmak.
vecihle:
yönüyle, şekliyle.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zalimiyet:
zalimlik, acımasızlık,
gaddarlık.
1.
Bu cümle Üstadımızın tashihinden geçen Osmanlıca teksir nüshadan ilâve edilmiştir.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahil-
lik.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katl; bu derecede a€ır
suç.
cünun:
delilik.
dâhil:
içinde, giren, katılan.
efrat:
fertler, bireyler.
ehl-i asır:
asrın insanları; asrın
ileri gelenleri, manevî önderle-
ri.
ehl-i şeriat:
Allah’ın emrinden
ayrılmayan, do€ru yoldan gi-
den, ahireti düşünerek hare-
ket edenler.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
fakat:
yalnız, ancak.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
günah:
suç, kabahat.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
ve esası.
hapis:
tutukluluk durumu.
hapishane:
cezaevi.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
icmal:
öz, özet.
idam:
asılarak öldürülmek.
ihtilâlci:
isyancı; mevcut ida-
reyi veya rejimi zor kullanarak
de€iştirmeye çalışan.
iktiza etmek:
gerekmek.
isnat etmek:
bir şeyi bir kim-
seye ait göstermek.