bırakmadım; tâ yeni bir istibdat onların gafletinden isti-
fade etmesin. neme lâzım demedi€imden, cinayet (!) iş-
ledim ki, bu mahkemeye girdim.
ikinCi CinaYET
Ayasofya’da, Bayezit’te, Fatih’te, süleymaniye’de
umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla,
şeriatın ve müsemma-i meşrutiyetin münasebet-i hakiki-
yesini izah ve teşrih ettim; ve mütehakkimâne istibdadın
şeriatla bir münasebeti olmadı€ını beyan ettim. Şöyle ki:
(1)
r
ºo
¡o
e p
OÉn
N p
?r
ƒn
?r
dG o
óu
«°n
S
hadisinin sırrıyla, şeriat âleme gel-
miş; tâ istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin.
e€er temessül etse istibdat bir dev ve meşru meşruti-
yet bir manevî süleyman, şeriat hatem-i süleyman sure-
tine girerdi. Bu hasiyet-i tesahhüre malik olan, hatem-i
şeriat idi. taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumiye
denilen süleyman-ı meşrutiyetin engüşt[ün]e lâyık iken
ifrit-i istibdat gasp etmişti.
(2)
Herhangi bir nutuk irad ettimse, her bir kelimesine
kimsenin bir itirazı varsa, bürhan-ı kat’î ile ispata hazı-
rım.
(3)
Ve dedim ki:
Asıl, şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrutiyet-i
meşruadır. demek, meşrutiyeti delâil-i şer’iye ile kabul
ettim. Başka medeniyetçiler gibi, taklidî ve hilâf-ı şeriat
Eski said dönEmi EsErlEri
| 121 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
ifrit-i istibdat:
şeytanın akılları
hükmü altına alması.
irad etmek:
söylemek.
ispat:
kanıtlama.
istibdat:
hak ve hukuku tanıma-
ma, keyfî uygulama, zulüm ve ta-
hakküm; kanun dışı tazyik, baskı.
istifade etmek:
faydalanmak, ya-
rarlanmak.
itiraz:
bir fikri, hükmü veya duru-
mu kabul etmeyip çürütmeye kal-
kışma; karşı çıkma.
izah:
ayrıntılarıyla ortaya koyma,
eksiksiz anlatma.
kabul etmek:
uygun bulmak; be-
€enmek; gönlü yatmak.
lâyık:
yakışan, yaraşır; uygun.
mahvetmek:
yok etmek, ortadan
kaldırmak.
malik:
sahip.
manevî:
maddî olmayan, manaya
ait.
meslek-i hakikî:
hakikî meslek,
hakikî yol.
meşru:
dine uygun, dinen caiz, di-
nin müsaade etti€i şey.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de€i-
şikli€iyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
meydan okumak:
Hiç kimseden
çekinmedi€ini açıkça belirterek
tartışmaya davet etmek.
münasebet:
ilgi, alâka, ba€.
münasebet-i hakikiye:
gerçek il-
gi, ba€.
müsemma-i meşrutiyet:
meşru-
tiyet diye isimlendirilen.
müteaddit:
çok, birçok, çeşitli, bir-
den fazla.
mütehakkimâne:
zorbalıkla, bas-
kı uyguluyarak.
neme lâzım:
bana ne.
nutuk:
konuşma, hitap, söylev.
sır:
bir şeyin veya işin dikkat, püf
noktası, yetenek ve tecrübe ile
anlaşılabilen en zor ve en ince ya-
nı.
suret:
şekil, biçim.
süleyman-ı meşrutiyet:
meşruti-
yetin Hz. Süleyman (a.s.) gibi her
türlü hak ve hukuka dikkat eden
sultanı.
şeriat:
din, İslâm.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma;
hüküm sürme.
taht-ı medeniyet:
uygarlık tahtı.
talebe:
ö€renciler, tahsil görenler.
temessül etmek:
bir şekil ve sure-
te girmek, cisimlenmek.
teşrih etmek:
bir meseleyi iyice
araştırıp ortaya çıkarmak, şerh et-
mek.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
zalimâne:
zulmederce, zalimce.
1.
Kavmin efendisi onlara hizmet edendir. (Keşfü’l-Hafâ, 1:462, hadis no: 1515.)
2.
Bu paragraf Osmanlıca teksir nüshadan alınmıştır.
3.
Osmanlıca teksir nüshada
“… diye umuma meydan okudum”
ifadesi de bulunmaktadır.
âlem:
dünya, cihan.
asıl:
gerçek, öz.
beyan etmek:
anlatmak, açık
söylemek, bildirmek.
bürhan-ı kat’î:
kesin delil; her
hangi bir şüphe bırakmayan
delil.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katil.
delâil-i şer’iye:
dinle ilgili delil-
ler; dinden kaynaklanan delil-
ler.
efkâr-ı umumiye:
bütün fikir-
ler.
engüşt:
parmak.
gaflet:
dikkatsizlik; olanın bi-
tenin farkında olmamak.
gasp etmek:
el koymak.
hadis:
Peygamber Efendimize
(
ASM
) ait söz, emir, fiil.
hakikat-i meşrutiyet-i meş-
rua:
meşru olan meşrutiyetin
gerçe€i.
hasiyet-i tesahhür:
büyüleyi-
cilik özelli€i.
hatem-i süleyman:
Hz. Süley-
man’ın mührü.
hatem-i şeriat:
din mührü.
hitaben:
hitap ederek, söyle-
yerek, birine yönelerek.