“Şimdi en mukaddes cemiyet, ehl-i iman askerlerin
cemiyetidir ki, umum mü’min ve fedakâr askerlerin mes-
le€ine girenler, neferden seraskere kadar dâhildir. zira
ittihat, uhuvvet, itaat, muhabbet ve ilâ-i kelimetullah
dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Umum
mü’min askerler, tamamıyla bu maksada mazhardırlar.
Askerler merkezdir; millet ve cemiyet onlara intisap
etmek lâzımdır. sair cemiyetler, milleti asker gibi maz-
har-ı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir.
“Amma
ittihad-ı muhammedî
(
AsM
)
ki, umum mü’min-
lere şamildir, cemiyet ve fırka de€ildir. Merkezi ve saff-ı
evveli gaziler, şehitler, âlimler, mürşitler teşkil ediyor.
Hiçbir mü’min ve fedakâr asker –zabit olsun, nefer ol-
sun– hariç de€il ki tâ intisaba lüzum kalsın. lâkin, bazı
cemiyet-i hayriye, kendine ‘İttihad-ı Muhammedî’ diyebi-
lir; buna karışmam.”
Ben ki adî bir talebeyim, böyle büyük ulemanın vazi-
felerini gasp ettim, demek cinayet (!) ettim.
dOkUZUnCU CinaYET
Martın otuz birinci günündeki dehşetli hareketi iki-üç
dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddit metalibi işittim.
Fakat, yedi renk sür’atle çevrilirse yalnız beyaz görün-
dü€ü gibi, o ayrı ayrı matlâplardaki fesadatı binden bire
indiren ve avamı anarşilikten kurtaran ve efrat elinde
kalan umum siyaseti mu’cize gibi muhafaza eden lâfz-ı
şeriat yalnız göründü. Anladım, iş fena; itaat muhtel,
nasihat tesirsizdir. Yoksa, her vakit gibi, yine o ateşin
Eski said dönEmi EsErlEri
| 129 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
mak, fikir birli€i etmek.
lâfz-ı şeriat:
“din” sözü, “şeriat” sö-
zü.
lâkin:
ama, fakat, ancak.
lüzum:
ihtiyaç, gereklilik.
maksat:
varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
matlâp:
istenilen şey, istek.
mazhar:
nail olmak, şereflenmek.
mazhar-ı muhabbet:
muhabbete
erişmiş, sevgiye muhatap olmuş.
meslek:
geçim temin etmek için
yapılan iş.
metalip:
istenen şeyler, istekler,
arzular.
millet:
ümmet; halk.
mu’cize:
şaşkınlık uyandıran,
ola€anüstü olay.
muhabbet:
sevgi, sevme, dostluk.
muhafaza etmek:
korumak, sak-
lamak.
muhtel:
bozuk.
mukaddes:
mübarek, ayıp ve
noksanlardan kurtulmuş, kutsal,
aziz, temiz.
mü’min:
iman esaslarına iman
edip Allah’a itaat eden kimse.
mürşit:
do€ru yolu gösteren, reh-
ber, kılavuz.
müteaddit:
türlü türlü, çeşitli.
nasihat:
akıl ö€retmek, yol göster-
mek.
nefer:
rütbesiz asker, er.
saff-ı evvel:
birinci saf, çı€ır açan-
lar.
sair:
di€er, başka.
serasker:
ordu kumandanı.
siyaset:
politika.
sür’atle:
hızlı olarak.
şamil:
içine alan, kapsayan.
şehit:
vatan, bayrak, inanç gibi yü-
ce de€erler u€runda ölen Müslü-
man kimse.
talebe:
ö€renci, tahsil gören.
tamamıyla:
hepsi.
temaşa etme:
bakma, bakıp sey-
retme.
tesirsiz:
etkisiz.
teşkil etme:
meydana getirme.
uhuvvet:
kardeşlik.
ulema:
âlimler, bilginler.
umum:
hep, bütün, cümle.
vazife:
ödev, görev.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zira:
çünkü, ondan ki, şundan, şu
sebepten ki, onun için.
adî:
sıradan.
âlim:
ilim ile u€raşan, ilim ada-
mı.
amma:
lâkin, ancak.
anarşilik:
her türlü düzen ve
otoriteye karşı koyarak karı-
şıklı€ı meydana getirme duru-
mu.
avam:
halkın büyük kısmı,
umum, herkes.
cemiyet:
topluluk, birlik;
hey’et.
cemiyet-i hayriye:
hayır ce-
miyeti.
cinayet:
a€ır suç.
dâhil:
içinde olma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
efrat:
fertler, kişiler.
ehl-i iman:
İslâm dinini kabul
edenler.
fakat:
yalnız; lâkin, ama.
fedakâr:
şahsî menfaatlerini
terk eden.
fena:
kötü, uygunsuz.
fesadat:
bozukluklar, kötülük-
ler, karışıklıklar.
fırka:
insan toplulu€u, grubu;
cemaat, cemiyet.
gasp etmek:
zorla almak, el
koymak.
gazi:
savaşan, savaştan sa€ ve
muzaffer dönen.
hariç:
dışında.
ilâ-i kelimetullah:
Allah’ın
adını duyurmak, yüceltmek.
intisap etmek:
mensup ol-
mak, ba€lanmak.
intisap:
mensup olma, ba€lan-
ma.
itaat:
boyun e€me, uyma.
ittihad-ı muhammedî:
Hz.
Muhammed’in izinden giden
Müslümanların oluşturdu€u
gönül ve kalb birlikteli€i.
ittihat:
aynı fikir ve görüşte ol-