Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 133

ve fenniyedir. Bazen bir münevverü’l-fikir, yüze mukabil-
dir. ecnebiler size bu şecaatle galebeye çalışıyorlar. Yal-
nız şecaat-i fıtriye kâfi de€il.
“elhâsıl, Fahr-i Âlem’in fermanını size tebli€ ediyorum
ki, itaat farzdır; zabitlerinize isyan etmeyiniz. Yaşasın as-
kerler! Yaşasın meşruta-i meşrua!”
demek ki ben, bu kadar âlim varken böyle mühim va-
zifeleri deruhte etti€imden, cinayet (!) ettim.
On BirinCi CinaYET
Ben Vilâyat-ı Şarkiyede aşiretlerin hâl-i perişaniyetini
görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir ci-
hetle fünun-i cedide-i medeniye ile olacak. o fünunun da
gayr-i müteaffin bir mecraı ulema ve bir menbaı da med-
reseler olmak lâzımdır; tâ ulema-i din, fünun ile ünsiyet
peyda etsin. zira, o vilâyatta nimbedevî vatandaşların zi-
mam-ı ihtiyârı ulema elindedir.
Ve o saikle dersaadet’e geldim. saadet tevehhümüy-
le, o vakitte şimdi münkasım olmuş, şiddetlenmiş olan is-
tibdatlar merhum sultan-ı mahlûa isnat edildi€i hâlde,
onun zaptiye nazırı ile bana verdi€i maaş ve ihsan-ı şa-
hanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim; fakat o
hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlış-
larını göstermekle, hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürri-
yetimi terk etmedim. o şefkatli sultana boyun e€medim,
şahsî menfaatimi terk ettim.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 133 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
istibdat:
baskı ve zulüm.
isyan:
başkaldırmak, emre karşı
gelip ayaklanmak.
itaat:
boyun e€me, emre uyma.
kâfi:
yeterli.
mecra:
bir işin gidiş, oluş yolu.
medrese:
yüksek mektep, üniver-
site.
menba:
kaynak, her hangi bir şe-
yin çıktı€ı yer.
menfaat:
fayda, kâr.
merhum:
kendine rahmet edil-
miş; rahmete kavuşmuş, ölmüş,
ölü.
meşruta-i meşrua:
dinin müsaa-
de etti€i hürriyet ve meclis yöneti-
mi sistemi.
mukabil:
karşılık.
münevverü’l-fikir:
aydın, aydınlık
parlak fikirli.
münkasım:
kısımlara ayrılmış.
nazır:
vekil, bakan.
nimbedevî:
yarı bedevî; yarı göçe-
be.
peyda etmek:
oluşturmak, mey-
dana getirmek.
reddetmek:
geri vermek, kabul
etmemek.
saadet:
mutluluk, kutluluk, bahti-
yarlık.
saik:
sevk eden, gönderen sebep.
sultan:
padişah, hükümdar.
sultan-ı mahlû:
tahtından indiril-
miş sultan; II. Abdülhamid.
şahsî:
şahsa ait, kişiye özel.
şecaat:
cesurluk, korkusuzluk.
şecaat-i fıtriye:
yaratılıştan gelen
yi€itlik, cesurluk.
şefkatli:
acıyarak ve esirgeyerek
seven, içten ve karşılıksız merha-
met eden.
tebli€ etme:
duyurma, bildirme.
terk etmek:
bırakmak, salıver-
mek, vazgeçmek.
tevehhüm:
gerçekte var olmayanı
var kabul etmek.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ulema-i din:
din âlimleri.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet.
vakit:
zaman.
vazife:
ödev, görev.
vilâyat:
iller.
vilâyat-ı şarkiye:
do€u illeri, do€u
bölgesi.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zaptiye:
Osmanlı devletinin son
devresinde emniyet teşkilâtı; bu
teşkilâtta vazifeli olan, zabıta, po-
lis.
zimam-ı ihtiyâr:
seçme hakkının
elinde olması.
zira:
çünkü.
âlim:
ilim ile u€raşan, ilim ada-
mı.
aşiret:
göçebe hâlinde yaşa-
yan, ço€unlukla bir soydan ge-
len insanlar, kabile, oymak.
bazen:
ara sıra.
boyun e€mek:
hükmüne razı
olmak.
cihetle:
yönüyle.
cinayet:
a€ır suç.
dersaadet:
İstanbul.
deruhte etmek:
üstüne al-
mak, yüklenmek, kendini va-
zifeli bilmek.
dünyevî:
dünyaya ait.
ecnebi:
başka milletten olan.
elhâsıl:
kısacası, özet olarak.
Fahr-i Âlem:
âlemin övüncü,
âlemin kendisiyle övündü€ü
Peygamberimiz (
ASM
).
farz:
İslâmiyette kesin olarak
yapılması gereken emir.
feda etmek:
gözden çıkar-
mak, u€runa vermek.
fenniye:
bilimsellik.
ferman:
emir, buyruk.
fünun:
fenler.
fünun-i cedide-i medeniye:
uygarlı€ın yükselmesi sonucu
ortaya çıkan fenler, ilimler.
galebe:
galip gelmek, üstün-
lük.
gayr-i müteaffin:
kokuşma-
mış, çürüyüp bozulmamış.
hâlde:
durumda.
hâl-i perişaniyet:
perişan,
darmada€ınık olma durumu.
hayır:
güzel.
hürriyet:
herkesin meşrû ha-
reketlerinde tam serbest ol-
ması.
ihsan-ı şahane:
padişahın ik-
ramı, padişahın hediyesi.
isnat etmek:
bir şeyi bir kim-
seye ait göstermek
1...,123,124,125,126,127,128,129,130,131,132 134,135,136,137,138,139,140,141,142,143,...790
Powered by FlippingBook