hastalı€ı olan cehaletini tedavi için büyük dinî dârülfü-
nunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve
muhabbetine itimat et. zira, senin şahane idarene millet
mütekeffildir. Bu ömürden sonra, sırf ahireti düşünmek
lâzım. dünya seni terk etmeden evvel, sen dünyayı terk
et. zekâtü’l-ömrü, ömr-i sani yolunda sarf eyle.
“Şimdi muvazene edelim: Yıldız e€lence yeri olmalı
veya dârülfünun olmalı; ve içinde seyyahlar gezmeli ve-
ya ulema tedris etmeli; ve gasp edilmiş olmalı veyahut
hediye edilmiş olmalı! Hangisi daha iyidir? İnsaf sahiple-
ri hükmetsin!”
Ben ki bir gedayım; bir büyük padişaha nasihat ettim;
demek yarı cinayet (!) ettim.
Cinayetin öteki yarısını söylemek zamanı gelmedi.
(Ha-
şİYe)
Yazık, eyvahlar olsun! saadetimiz olan meşrutiyet-i
meşrua, bir menba-ı hayat-ı içtimaiyemiz ve İslâmiyet’e
uygun olan maarif-i cedideye millet nihayet derecede
müştak ve susamış oldu€u hâlde, bu hâdisede ifratperver
olanlar, meşrutiyete garazlar karıştırmakla ve fikren mü-
nevver olanlar da dinsizce harekât-ı lâubaliyâne ile, mil-
letin ra€betine karşı, maatteessüf, set çektiler. Bu seddi
çekenler, ref etmelidirler; vatan namına rica olunur.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 135 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
menba-ı hayat-ı içtimaiye:
top-
lum hayatının kayna€ı.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de€i-
şikli€iyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
meşrutiyet-i meşrua:
dine uygun
meşrutiyet, meşru meclisle dayalı
yönetim şekli.
muhabbet:
sevgi, sevme, dostluk.
muvazene etmek:
ölçmek, kıyas-
lamak, mukayese etmek.
müellif:
eser telif eden, kitap ya-
zan.
münevver:
bilgili, kültürlü kimse,
aydın.
mürüvvet:
islâm ahlâkına göre,
aklın ve örfün övgüsüne lâyık gü-
zel işlerin yapılmasına sevk eden
ruhî güç, güzel işleri kabul, çirkin
şeyleri reddetmek.
müştak:
çok istekli, arzulu.
mütekeffil:
tekeffül eden, kefil
olan.
namına:
adına.
nasihat etmek:
akıl ö€retmek, yol
göstermek.
nihayet:
son.
ömr-i sani:
ikinci ömür, ahiret ha-
yatı.
öteki:
di€er.
padişah:
hükümdarı, sultan.
ra€bet:
istek, arzu, meyil.
ref etmek:
engellemek, hüküm-
süz bırakmak.
rica:
dileme, isteme.
saadet:
mutluluk, kutluluk, bahti-
yarlık.
sarf:
harcama; kullanma.
sebeb-i hapsi:
hapsedilme sebebi.
set:
mâni, perde, engel.
seyyah:
yolcu; gezgin, gezici; tu-
rist.
sırf:
ancak, yalnız.
siracünnur:
Bediüzzaman Said
Nursî’nin bir eseri.
şahane:
mükemmel.
tedavi:
iyileştirmek.
tedris etmek:
okutmak, ö€ret-
mek.
terk etmek:
bırakmak, vazgeç-
mek.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vatan:
üzerinde yaşanılan ülke,
yurt.
Yıldız:
Yıldız Sarayı.
zekâtü’l-ömür:
ömrün zekâtı.
zira:
çünkü.
HaşİYe:
o yarının zamanı on beş sene sonra. Yirmi sekiz senedir müelli-
fin sebeb-i hapsi olan siracünnur’un ahirindeki bahse bakınız; tam o yarı
cinayeti bileceksiniz.
ahir:
en sondaki.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bahis:
konu.
cehalet:
bilmezlik, cahillik,
ilimden yoksun olmak.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katl; bu derecede a€ır
suç.
dârülfünun:
üniversite.
dinî dârülfünun:
din ilimleri
okutulan üniversite.
evvel:
önce.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
gasp etmek:
zaptetmek, el
koymak.
geda:
yoksul.
hâdise:
vakıa, olay.
hâlde:
durumda.
harekât-ı lâubaliyâne:
lauba-
lice hareketler, alâkasız ve dik-
katsiz hareketler.
haşiye:
dipnot.
hediye:
ba€ışlanan şey, arma-
€an.
hükmetmek:
karar vermek.
iade etmek:
geri vermek, mu-
kabele etmek.
idare:
yönetmek.
ifratperver:
aşırılı€a düşkün,
fanatik.
insaf:
hakkı kabul edip söyle-
me niteli€i; vicdan.
itimat etmek:
dayanmak, gü-
venmek, emniyet etmek.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maarif-i cedide:
yeni e€itim
ve ö€retim sistemi.
maatteessüf:
teessüfle, esef-
le, yazık ki, üzülerek belirte-
yim ki.