ey Paşalar, zabitler!
Bu on bir buçuk cinayetin şahitleri binlerle adamdır.
Belki, bazılarına İstanbul’un yarısı şahittir. Bu on bir bu-
çuk cinayetin cezasına rıza ile beraber, on bir buçuk su-
alime de cevap isterim.
İşte bu seyyiatıma (!) bedel bir hasenem de var, söyle-
yece€im:
Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve a€razlar
ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan
ırkçılık, cem’iyat-ı avamiyeyi teşkiline sebebiyet veren ve
ismi meşrutiyet ve manası istibdat olan ve İttihat ve te-
rakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidâ-
neye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm; selâmet-i vatan
için bir fikrim var. İşte:
Sulh-i umumî, aff-ı umumî ve
ref-i imtiyaz lâzım; tâ ki biri, bir imtiyaz ile başkasına ha-
şerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.
Fahrolmasın, derim:
Biz ki hakikî müslümanız; aldanı-
rız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül et-
meyiz.
zira biliyoruz ki,
(1)
p
? n
«` p
?r
G p
?r
ôn
J ?/
a o
án
?«/
?r
G Én
ªs
f p
G
.
Fakat, meşru hakikî meşrutiyetin müsemmasına ahdü-
peyman etti€imden, istibdat ne şekilde olursa olsun,
meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille
vuraca€ım.
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 136 |
Eski said dönEmi EsErlEri
aff-ı umumî:
genel af.
a€raz:
gizli kinler, garezler.
ahdüpeyman:
yemin ve and.
bedel:
karşılık.
belki:
şüphesiz.
cem’iyat-ı avamiye:
halkın kur-
du€u cemiyetler.
cinayet:
adam öldürme, cana kıy-
ma, katl; bu derecede a€ır suç.
fahir:
gurur, kibir, üstünlük tasla-
mak.
fakat:
ancak, ama.
fikir:
düşünce, görüş.
hakikî:
gerçek.
hasene:
iyilik.
haşerat:
de€ersiz ve zararlı
böcekler.
his:
duygu.
hür:
ba€ımsız.
imtiyaz:
ayrıcalık.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim,
hak ve hukuku tanımamak, keyfî
uygulama, zulüm ve tahakküm.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma,
bir olma, birlik oluşturup ikili€i or-
tadan kaldırma, birlik; aynı fikir ve
görüşte olma, fikir birli€i etme; Ce-
nab-ı Hakkın varlı€ına ve birli€ine
tam olarak ulaşma hâli.
lâzım:
gerekli, gerek.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
libas:
elbise; kıyafet.
mana:
anlam; bir kelime, söz, ha-
reket veya işaretin ifade etti€i an-
lam; iç, iç yüz; rüya, düş; akla yakın
sebep; eş, benzer.
meşru:
dine uygun; umumun
kabul etti€i.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de€i-
şikli€iyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad; hürriyet.
muhalefet etmek:
bir düşünce, fiil
veya harekete karşı durmak.
müsemma:
ad verilmiş, isimlendi-
rilmiş.
nazar:
bakış; fikir.
ne:
de€il, yok.
nifak:
münafıklık; ara bozuklu€u.
paşa:
Osmanlılarda yüksek sivil
memurlara ve albaydan üstün rüt-
bede bulunan askerlere verilen
1.
En büyük hile, hileleri terk etmektir.
ünvan; reis.
rast gelmek:
karşılaşmak.
ref-i imtiyaz:
imtiyazın, ay-
rımcılı€ın kaldırılması.
rıza:
razılık, razı olmak; kabul
etmek.
sebeb-i tefrika:
tefrika sebebi,
ayrılış nedeni.
sebebiyet vermek:
sebep ol-
mak.
selâmet-i vatan:
vatanın kur-
tuluşu, huzura kavuşması.
seyyiat:
suç.
sille:
tokat, el ayası ile vurulan
şiddetli darbe.
sual:
soru.
sulh-i umumî:
genel barış.
şahit:
gören, tanık.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves, heyecan.
şube-i müstebidâne:
baskıcı
şube; İttihat ve Terakki fırkası-
nın baskıcı uzantısı.
tâ ki:
yeter ki, öyle ki.
tenezzül etmek:
kendine ay-
kırı düşen bir işi veya durumu
kabul etmek, alçalmak.
terakki:
ilim, sanat ve teknik
gibi alanlarda ilerlemek, geliş-
mek.
teşkil:
şekillendirmek, meyda-
na getirmek.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zira:
çünkü.