telâkki etmedim ve şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulema ve
şeriatı Avrupa’nın zünun-i fasidesinden iktidarıma göre
kurtarmaya çalıştı€ımdan, cinayet (!) ettim ki, bu tarz
muamelenizi gördüm.
ÜÇÜnCÜ CinaYET
İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hamal ve
gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları i€fal ile
Vilâyat-ı Şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve
hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. geçen
sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin et-
tim. Şu mealde:
istibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrutiyet adalet ve
şeriattır
.
Padişah, Peygamberimizin
(
AsM
)
emrine itaat et-
se ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edece€iz.
yoksa, Peygambere
(
AsM
)
tâbi olmayıp zulmedenler, pa-
dişah da olsalar, haydutturlar
.
Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç
düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad ede-
ce€iz.
Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk
eden hakikî kardeşlerimiz türklerle ve komşularımızla
dost olup el ele verece€iz.
(1)
zira husumette fenalık var.
Husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmaya-
ca€ız. zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 122 |
Eski said dönEmi EsErlEri
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
amma:
lâkin, ancak.
cehalet:
bilmezlik, cahillik, ilimden
yoksun olmak.
cihat:
savaşmak, mücadele et-
mek.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cinayet:
adam öldürme, cana kıy-
ma, katl; bu derecede a€ır suç.
fenalık:
kötülük.
gafil:
olanın bitenin farkında olma-
yan.
hakikî:
gerçek, sahici.
halife:
İslâmların dinî reisi, başka-
nı; hükümdar.
hamal:
yük taşıyıcı insan.
haydut:
eşkiya.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı mem-
leketli.
hikmet-i hükûmet:
hükümetin
yönetimde gözetti€i fayda uygula-
dı€ı kurallar.
hilâf-ı şeriat:
dine aykırı, uygun
de€il.
husumet:
hasım olma hâli, hasım-
lık; düşmanlık.
i€fal:
yanıltmak, gaflete düşürerek
kandırmak.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
fikir ayrılı€ı.
iktidar:
bir işi gerçekleştirmek için
gereken kuvvet.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim;
hiç bir nizama ve kanuna ba€lı ol-
madan yönetme, keyfî idare siste-
mi.
itaat etmek:
boyun e€mek, uy-
mak, dinlemek, alınan emre göre
hareket etmek.
ittifak:
ortak bir gayede anlaş-
mak, fikir birli€i etmek, uyuşmak,
ba€daşmak.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
marifet:
bilme, ilim, hüner.
meal:
anlam, mana.
medeniyetçi:
milleti medenî yap-
mak isteyen.
meşrutiyet:
başında hükümdar
bulunmakla birlikte seçimle kuru-
lan bir yasama meclisine dayanan,
yürütmesi denetime açık anaya-
sal idare şekli.
muamele:
davranma, davranış.
rüşvet:
menfaat elde etmek için
verilen, karşısındakinin hoşuna gi-
decek şey.
safdil:
temiz kalbli; hile, oyun bil-
meyen, kolay aldatılan.
sevk etmek:
önüne katıp ileri sür-
mek, göndermek.
suretle:
şekilde, üslupta.
şeriat:
din, İslâm.
tâbi:
boyun e€en, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, ba€la-
nan.
tahakküm:
zorla hükmetmek,
hükmü altına almak.
taklidî:
taklit ederek.
tarz:
biçim, şekil, suret.
telâkki etmek:
anlamak; ka-
bul etmek.
telkin etmek:
fikir aşılamak,
ö€üt vermek.
terakki:
ilerleme, gelişme;
ilim, sanat ve teknik gibi alan-
larda ilerleme, daha yüksek
bir seviyeye gelme.
teyakkuz:
uyanmak, uyanış.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vilâyat-ı şarkiye:
do€u illeri.
zaruret:
çaresizlik; muhtaçlık,
yoksulluk, şiddetli ihtiyaç, fa-
kirlik.
zira:
çünkü.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
zünun-i faside:
çürük ve te-
melsiz zanlar, şüpheler.
1.
Üstadımız daha evvel kendilerinin de tashih ettikleri el yazması Osmanlıca teksir nüshada
ise bu cümle şöyledir:
“amma, komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevk eden
ermenilerle dost olup el ele verece€iz.”
Aynı ifadeler Münazarat’ta da (Yeni Asya
Neşriyat, 2007; s. 164.) yer almaktadır.