Emirdağ Lâhikası - page 619

Yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüt eden deh-
şetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı çıkan bir şa-
hıs, en büyük manevî bir mertebede bulunsa, yine vesve-
seleri bütün bütün izale edemez. Çünkü imana girmek is-
teyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: “o şahıs, de-
hasıyla, harika makamıyla bizi kandırdı.” Böyle der ve
içinde şüphesi kalır.
Allah’a binlerce şükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir
dini siyasete alet ittihamı altında, kader-i İlâhî, ihtiyârım
haricinde, dini hiçbir şahsî şeye âlet etmemek için, beşe-
rin zalimâne eliyle, mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor,
ikaz ediyor; “sakın,” diyor, “iman hakikatini kendi şahsı-
na âlet yapma; tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki,
yalnız hakikat konuşuyor. nefsin evhâmı, şeytanın desi-
seleri kalmasın, sussun.”
İşte, nur risalelerinin büyük denizlerin büyük dalgala-
rı gibi gönüller üzerinde husûle getirdiği heyecanın, kalb-
lerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka bir şey
değildir. risale-i nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını bin-
lerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğâne neşret-
tikleri hâlde yine küfr-i mutlakı durduramıyorlar. küfr-i
mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında risale-i
nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur.
said yoktur. said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. konu-
şan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.
Madem ki nur-i hakikat, imana muhtaç gönüllerde
tesirini yapıyor; bir said değil, bin said fedâ olsun.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 619 |
olmayan.
mertebe:
derece, basamak.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhtaç:
gerek duyan.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
neşir:
yayım, yayın.
nur-i hakikat:
hakikat nuru, ger-
çeğin aydınlığı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sır:
gizli hakikat.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şerait:
şartlar.
şükür:
teşekkür.
tevellüt:
doğma, doğum.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
beliğâne:
beliğcesine, düzgün
ve fasih olarak, belâgatli olana
yaraşır tarzda.
beşer:
insan, insanlık.
cemiyet:
dernek, topluluk.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehliyet:
salâhiyet, yetki.
ene:
ben, benlik.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
feda:
uğruna verme.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-ı imaniye:
imana ait
olan gerçek.
hariç:
dışında.
harika:
olağanüstü.
husûl:
olma, meydana gelme.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ikaz:
uyarı.
iman:
inanç, itikat.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür,
hiç bir imanî hükmü, delili ka-
bul etmeme, kesin ve tam bir
inkar.
madem:
değil mi ki.
mahz-ı adalet:
gerçek adalet,
adaletin tâ kendisi, adaletin
aslı.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî
1...,609,610,611,612,613,614,615,616,617,618 620,621,622,623,624,625,626,627,628,629,...1032
Powered by FlippingBook