zabıtanın bana hiç sıkıntı vermediği gibi, bazı himayetkâ-
râne vaziyeti göstermelerinin hikmetini şimdi izhar edi-
yorum ki: “nur talebeleri ve risaleleri, manevî bir zabıta
hükmünde asayiş ve emniyeti muhafazaya –hem kudsî bir
şekilde– çalıştıkları ve herkesin kalbinde nasihatleriyle
iman cihetinde bir yasakçı bıraktıkları tahakkuk etmiş.”
zabıta bunu manen hissetmiş ki, bize her vakit dost gö-
ründü. Bunun sırrı budur ki:
kur’ân’ın bir kanun-i esasîsiyle, yüzde doksan masuma
zarar gelmemek için on cani yüzünden asayişi bozmaya
çalışanları men ediyorlar. Birisinin günahıyla başkası me-
sul olamaz. Bu sırra binaen, şimdi asayişi bozmaya çalı-
şan manevî, dehşetli kuvvetler mevcut olduğu hâlde;
Fransa, Mısır, Fas, İran gibi yerlerden daha ziyade bu mü-
barek memlekette çalışıldığı hâlde emniyet ve asayişi bo-
zamadıklarının en büyük sebebi, 600 bin nur nüshaları
ve 500 bin nur talebeleri zabıtaya bir manevî kuvvet ola-
rak o manevî tahribata karşı dayandıklarını zabıta manen
hissetmişler ki, yirmi sekiz seneden beri resmî memurla-
ra muhalif olarak nurlara insafkârâne ve merhametkârâ-
ne vaziyet gösteriyorlar.
HemÜstadımızdiyorki:
Ben derim: Bu zamanda hocalardan, hatta sofîlerden
ziyade zabıta efradı ehl-i takvâ olup kebairden kendileri-
ni muhafaza ve feraizi yapmasını vazifeleri iktiza ediyor.
Ve ona ihtiyac-ı şedit var. tâ ki karşısındaki manevî
Emirdağ Lâhikası – ıı | 615 |
nasihat:
akıl öğretme, yol gös-
terme.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur hiz-
meti.
nüsha:
kitap.
resmî:
devlet adına olan.
sır:
gizli hakikat.
sûfî:
tasavvuf ilmiyle uğraşan, ta-
savvuf yolunda giden.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
talebe:
öğrenci.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
ziyade:
çok, fazla.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cani:
cinayet işlemiş, kimse.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
efrat:
fertler.
ehl-i takva:
Allah’tan korkan
ve günahlardan çekinen in-
sanlar.
emniyet:
güvenlik.
feraiz:
farzlar.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
himayetkârâne:
korumaya
çalışarak.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
ihtiyac-ı şedit:
çok şiddetli ih-
tiyaç, şiddetli muhtaç oluş.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
iman:
inanç, itikat.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanun-ı esasî:
ana prensipler,
anayasa.
kebair:
büyük günahlar, ce-
zası büyük olan günahlar.
kudsî:
mukaddes, yüce.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
men:
yasak etme, engelleme.
merhametkârâne:
acıyarak,
merhamet göstererek.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
muhalefet eden, bir
fiil ve düşünceye karşı zıt dü-
şüncede bulunan.
mübarek:
feyizli, bereketli.