çekirdek hükmüne geçmiş. inayet-i İlâhiye ile bu zaman-
da ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde olmak için,
kur’ân’dan gelen ve meyvedar bir şecere-i âliye olan nur
risalelerini ihsan etmiş. Ben bunu kasemle temin ediyo-
rum ki, bütün hayatımda geçen o harikalardan dolayı ben
kendimde kat’iyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevka-
lâdeliğe bir liyakat görmüyordum. Hayret hayret içinde
kalıyordum. değil fevkalâde bir dehâ veyahut fevkalâde
bir velâyet, belki kendi kendimi idâre edecek ve hayat-ı
içtimaiye ile münasebettar olacak bir kabiliyet görmüyor-
dum. gerçi zahiren hodfüruşluk gibi bazı hâlât hayatım-
da görünmüştü. o da ihtiyârım haricinde halkların hüs-
nüzannını tekzip etmemek için bir nevi hodfüruşluk gibi
oluyordu. Fakat halkların hüsnüzannı gibi hakikatte olma-
dığımın hikmetini bilmediğimden ve dünyaya yaramadı-
ğımı, böyle bin derece haddimden fazla bir teveccühe
mazhar olduğumu bütün bütün hilâf-ı hakikat telâkki edi-
yordum. Fakat Cenab-ı Hakka yüz bin şükür olsun ki, yet-
miş seksen senelik hayatımın sonlarında onun hikmetini
ihsan-ı İlâhiye ile bir derece bildik ve kısaca bir kısmına
işaret edeceğim. Ve çok numunelerinden bir kısım numu-
nelerini beyan ediyorum:
Birincinumune:
Medrese usulünce hiç olmazsa on
beş sene tahsil-i ilim lâzım geliyor ki, hakaik-ı diniye ve
ulûm-i İslâmiye tam elde edilsin. o zamanda said’de,
değil harika bir zekâ veya bir manevî kuvvet, belki bütün
istidat ve kabiliyetinin haricinde bir acip tarzla, bir iki
sene sarf ve nahiv mebadisini gördükten sonra, üç ayda
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
beyan:
anlatma, açıklama.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
ehemmiyetli:
önemli.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkalâdelik:
olağanüstülük, alı-
şılmışın ötesinde hâl.
gerçi:
her ne kadar.
hakaik-ı diniye:
dine ait olan ha-
kikatler.
hakikat:
gerçek.
halat:
haller, durumlar, vaziyetler.
harika:
olağanüstü.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe ve haki-
kate zıt, aykırı.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
idare:
döndürme, çevirme, yö-
netme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ihsan-ı ilâhî:
İlâhî ihsan; Cenab-ı
Hakkın mahlûkatına ihsan ettiği
bütün nimetler, ikramlar, hediye-
ler, bağışlar.
| 608 | Emirdağ Lâhikası – ıı
ihtiyâr:
irade, tercih.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kasem:
yemin, ant.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
liyakat:
iktidar, hüner, fazilet.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
mebadi:
temel prensipler, ilk
unsurlar.
mebde:
başlangıç.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim ku-
ruluşu.
meyvedar:
meyveli, yemişli.
meziyet:
kıymetli özellik.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
numune:
örnek.
sarf u nahiv:
dil bilgisi, gra-
mer.
şecere-i âliye:
büyük, yüce
ağaç.
şükür:
teşekkür.
tahsil-i ilim:
ilim tahsili, ilim
öğrenme.
tarz:
biçim, şekil.
tekzip:
yalanlama, yalan ol-
duğunu söyleme.
telâkki:
kabul etme, alma.
temin:
şüpheyi giderme, sağ-
lamlaştırma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
ulûm-i islâmiye:
İslâmî ilim-
ler.
usul:
metot, düzen.
velâyet:
velî ve ermiş olan
kimsenin hâli ve sıfâtı.
zahiren:
görünüşte.