Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni
mahkûm etmeye uğraşıyor. o bırakıyor; diğer bir mah-
keme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altı-
na alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor, beni tazyik ediyor,
türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. o da netice elde ede-
miyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor.
Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürük-
lenip gidiyorum. Yirmi sekiz sene ömrüm böyle geçti. Ba-
na isnat ettikleri suçun aslı ve esası olmadığını nihayet
kendileri de anladılar.
onlar bu ittihamı kasten mi yaptılar, yoksa bir vehme
mi kapıldılar? İster kasıt olsun, ister vehim olsun, ben,
böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemal-i
kat’iyetle yakînen ve vicdanen biliyorum. dini siyasete
âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da
biliyor. Hatta beni bu suçla ittiham edenler de biliyorlar.
o hâlde neden bana bu zulmü yapmakta ısrar edip dur-
dular? neden ben suçsuz ve masum olduğum hâlde böy-
le devamlı bir zulme, muannit bir işkenceye mâruz kal-
dım? neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahvâl
adalet-i İlâhiyeye muhalif düşmez mi?
Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyor-
dum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakiki sebebi-
ni şimdi anladım. Ben kemal-i teessürle söylüyorum ki,
benim suçum, hizmet-i kur’âniyemi maddî ve manevî te-
rakkiyatıma, kemalâtıma âlet yapmakmış.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 617 |
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vicdanen:
vicdanca, vicdan bakı-
mından, içten, yürekten.
yakinen:
yakîn olarak, şüpheye
düşmeden bilme.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
adalet-i ilâhîye:
Allah’ın ada-
leti, İlâhî adalet.
ahval:
haller, durumlar.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
defa:
kere, kez, yol.
felâket:
musibet, büyük dert,
bela.
hakikî:
gerçek.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
isnat:
dayandırma.
işkence:
bir kimseye verilen
maddî-manevî sıkıntı, eziyet.
ittiham:
suçlama.
kasten:
bile bile, isteyerek, ka-
sıtlı olarak.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
kemal-i kat’iyet:
kesinliğin
tam oluşu, tam bir kesinlik.
kemal-i teessür:
tam bir
üzüntü.
maddî:
madde ile alâkalı.
mahkûm:
cezalandırma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
masum:
suçsuz, kabahatsiz,
günahsız.
mesele:
konu.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhakeme:
yargılanma, yar-
gılama.
muhalif:
muhalefet eden, bir
fiil ve düşünceye karşı zıt dü-
şüncede bulunan.
musibet:
felaket, bela.
müddet:
süre, zaman.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nihayet:
en sonunda.
sual:
soru.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı
verme.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler, yükselişler.