ve zekâtı dahi bilerek almadığının bir hikmeti, şimdi kat’î
kanaatimle şudur ki:
Ahir ömrümde risale-i nur gibi sırf imanî ve uhrevî bir
hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menafi-i şah-
siyeye vesile yapmamak için, o makbul âdete ve o zarar-
sız seciyeye karşı bana bir nefret ve bir kaçınmak ve şid-
det-i fakr ve zarureti kabul edip elini insanlara açmamak
hâleti verilmişti ki, risale-i nur’un hakikî bir kuvveti olan
hakikî ihlâs kırılmasın. Ve bunda bir işaret-i manevî hisse-
diyordum ki, gelecek zamanda maîşet derdiyle ehl-i ilmin
mağlûbiyeti bu ihtiyaçtan gelecektir.
Dördüncünumune:
Yeni said ihtiyarlığında bütün bü-
tün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeye çalıştığı hâl-
de, ehl-i dünyanın bütün bütün kanuna ve insafa ve vic-
dana, hatta insanlığa muhalif bir tarzda eşedd-i zulüm ile
yirmi sekiz sene işkencelerle ezdiklerine ve bir sineğin ısır-
masına tahammül etmeyen o bîçare said’in baltalarla ba-
şına vurduklarına ve ihanetin en şenîlerini yaptıklarına
karşı, emsalsiz bir sabır ve tahammül ona ihsan olunma-
sı ve gayet asabî ve sinirli olduğu gibi, fıtraten korkak ol-
madığı hâlde, “ecel birdir, tegayyür etmez” hakikatine
imanından gelen büyük bir cesaretle beraber, en korkak,
en miskin bir vaziyette sükût edip sabretmesi, hatta bir
miktar sonra o işkenceler sonunda ruhuna bir ferah ve-
rilmesinin bir hikmeti, kanaat-i kat’iyemle budur ki:
kur’ân-ı Hakîm’in hakaik-ı imaniyesini tefsir eden
risale-i nur’u hiçbir şeye ve şahsî menfaatlerine ve
Emirdağ Lâhikası – ıı | 611 |
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
maişet:
geçim, geçinme.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
menfaat:
fayda.
miskin:
uyuşuk, tembel, hareket-
siz, zavallı.
muhalif:
zıt, aykırı.
numune:
örnek.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
seciye:
iyi huy.
sükût:
susma, sessiz kalma.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şenî:
fena, kötü, çirkin, ayıp.
şiddet-i fakr:
fakirliğin şiddetli ol-
ması.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
tarz:
biçim, şekil.
tefsir:
Yorum, şerh.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zaruret:
muhtaçlık, şiddetli ihtiyaç
içinde olma.
âdet:
görenek, usul, alışkan-
lık.
ahir:
son.
asabî:
sinirli, öfkeli.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm
vakti.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
emsalsiz:
benzersiz.
eşedd-i zulüm:
zulmün en
şiddetlisi.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
sevinme.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan, yaratılış itibariyle.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hal, durum.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hizmet-i kutsiye:
mukaddes
hizmet; kutsal hizmet.
ihanet:
hıyanet, arkadan
vurma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
iman:
inanma, itikat.
imanî:
imana dair olan, imanla
ilgili.
kanaat:
inanç, inanış.
kanaat-ı kat’iye:
kesin ka-
naat, varılan kesin düşünce.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.