Emirdağ Lâhikası - page 606

hevesli gençlere ehli namusun kızlarını ve ailelerini mü-
bah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden
bir kuvvete karşı, ancak ve ancak manevî bombalar lâzım
ki, o da hakaik-ı kur’âniye ve imaniye atom bombası olup
o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye
vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî
kuvvet tevkif edilmez.
onun için, dindar milletvekilleri bu tacili lâzım gelen
hakikati tehir etmelerinden, çok defa tecrübelerle gördü-
ğümüz gibi bu defa da küre-i hava şiddetli soğuğu ile bu-
na itiraz ediyor.
İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl
olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle,
kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. rus da dinsiz kalamaz.
geri dönüp Hristiyan da olamaz. olsa olsa, küfr-i mutlakı
kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile
istinat eden ve aklı ve kalbi ikna eden kur’ân ile bir mu-
salâha veya tâbi olabilir. o vakit dört yüz milyon ehl-i
kur’ân’a kılıç çekemez.
SaidNursî
ì®í
Œ
2 8 6
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Ev vel â:
Mevlid-i Şerifinizi ruhucanımızla tebrik ediyo-
ruz. Ve muvaffakiyetinizi ve nurların fevkalâde tesirli
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beşer:
insan, insanlık.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cihet:
yön, sebep, vesile.
defa:
kere, kez, yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
dindar:
dinin emirlerini yerine ge-
tiren.
ehl-i kur’ân:
Kur’ân ehli, Kur’ân’a
inanıp ona uyanlar.
evvelâ:
öncelikle.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yılları
arasında cereyan eden Birinci
Dünya Savaşı.
hâsıl:
elde etme, meydana gelme.
heves:
bir şeye karşı duyulan is-
| 606 | Emirdağ Lâhikası – ıı
tek, arzu.
hüccet:
delil.
ikna:
bir fikri, düşünceyi aklî
delillerle kabul ettirme, inan-
dırma.
intibah:
uyanış.
istinat:
dayanma.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür,
hiç bir imanî hükmü, delili ka-
bul etmeme, kesin ve tam bir
inkar.
küllî:
umumî, genel.
küre-i hava:
hava küresi, dün-
yayı kaplayan hava tabakası,
atmosfer.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
musalâha:
barış, uzlaşma.
muvaffakıyet:
başarı.
mübah:
kullanılmasında veya
yapılmasında sakınca olma-
yan.
namus:
edep, hayâ, ahlâk,
doğruluk gibi faziletlerin so-
nucu olan ve yüksek değer ta-
şıyan haslet.
ruhucan:
ruh ve can; ruh ve
canla.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağla-
nan.
tacil:
acele ettirme, hızlan-
dırma, çabuklaştırma.
tecrübe:
deney.
tehir:
erteleme, sonraya bı-
rakma.
tevkif:
tutuklama.
vasıta:
aracı.
fevkalâde:
olağanüstü.
1...,596,597,598,599,600,601,602,603,604,605 607,608,609,610,611,612,613,614,615,616,...1032
Powered by FlippingBook