yalnız kâinatı halk eden zat olabilir.” Bu cümlenin küllî
hüccetlerinden bir cüz’î hücceti şudur ki:
kelimelerin envâının kabı ve mahfazası olan yanımda-
ki bu radyo makineciğindeki bir avuç hava kat’iyen gös-
teriyor ki, şimdi elimizde baktığımız radyo “istasyon cet-
veli” namındaki listede yazılı iki yüze yakın merkezden,
bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafeler-
den aynı dakikada birtek kelime-i kur’âniye, meselâ “el-
hamdü lillâh” kelâmı tam hurufatıyla ve şivesiyle ve söy-
leyenin mahsus sadâsının tarzıyla, bu makinedeki bir avuç
havanın zerreleriyle, hiç tegayyür etmeden kulağımıza
gelmek için ve muhtelif kelimat-ı kur’âniyeyi ayrı ayrı sa-
dâ ile, çeşit çeşit şive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve
bozulmadan bizim kulağımıza getirmek için o bir avuç ha-
vanın herbir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihatalı
bir irade ve bütün rûy-i zemindeki merkezlerde o kur’ân’ı
okuyan hafızların ayrı ayrı şivelerini bilecek ihatalı bir ilim
ve onları bütün görecek ve işitecek muhit bir göz ve her-
şeyi bir anda işitebilir bir kulak olmazsa, elbette bu mu’ci-
ze-i kudret vücuda gelmeyecek.
demek, bu bir avuçtaki hava zerreleri yalnız ve yalnız
bütün kâinatı ihata eden bir ilim ve iradenin, sem’ ve ba-
sarın sahibi bir zatın ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen ve
en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine kolay gelen bir
kadir-i Mutlak’ın kudreti ve iradesi ve ilmiyle bu mu’ci-
zat-ı kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ı ha-
vaiyede mevcudiyeti tevehhüm edilen serseri tesadüfün
ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın icadına yer vermek,
basar:
görme.
cüz’î:
küçük, az.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tamamen
ezberleyen ve okuyan kimse.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hurufat:
harfler.
hüccet:
delil.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihatalı:
kuşatıcı.
ilim:
bilgi, marifet.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu ka-
rarı yerine getirme gücü.
istasyon:
kadran, gösterge.
kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
| 600 | Emirdağ Lâhikası – ıı
lerin tamamı, bütün âlemler.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kelâm:
söz, lafız.
kelimat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
kelimeleri, sözleri.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küllî:
umumî, genel.
mahfaza:
içinde her hangi bir
şey saklanan küçük kutu, ko-
ruyucu kap, zarf.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
mesafe:
uzaklık, ara.
meselâ:
örneğin.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
mu’cizat-ı kudret:
kudret
mu’cizeleri.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı
Hakkın kudretinin mu’cizesi.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
nam:
ad.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
seda:
ses.
sem:
işitme.
serseri:
gayesiz, hedefsiz; öte-
den beri başıboş olan.
şive:
söyleyiş, telâffuz.
tabiat:
kainatın düzenini de-
vam ettiren kanun.
tagayyür:
değişme, başka-
laşma.
tarz:
üslûp, eda.
temevvücat-ı havaiye:
hava-
daki dalgalanma.
tesadüf:
rastlantı.
tevehhüm:
vehmine kapıl-
mak, öyle zannetmek.
Zat:
Allah.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.