acip bir tarzda kırk elli kitabı güya okumuş ve icazet al-
mış gibi bir hâlet göründü.
Bu hâl altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi
ki, o vaziyet ulûm-i imaniyeyi üç dört ayda, kısa bir za-
manda ellere verebilecek bir tefsir-i kur’ânî çıkacak ve o
bîçare said de onun hizmetinde bulunacak işaretiyle, hem
bir zaman gelecek ki, değil on beş sene belki bir sene de
ulûm-i imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek
ve azalacak bir zamana bir nevi işaret-i gaybiye gibi ma-
nalar hatıra geliyor.
İkincinumune:
o eski zamanda, said’in o çocukluk za-
manında büyük âlimlerle münazarasını ve o âlimlerin su-
allerine cevap vermesini, hatta kendisi hiç sual etmeden
âlimlerin en müşkül suallerine doğru cevap vermesini,
ben kat’iyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki, o hâl
ne harika zekâvetimden ve ne de acip istidadımdan neş’et
etmiş değildir. Ben de bîçare, müptedi, sersem, gürültü-
cü bir çocuk iken, hiç böyle, değil büyük âlimlere cevap
vermek, belki küçük hocalara, hatta küçük talebelere de
mağlûp olur bir hâlde iken doğru cevap vermekliğim,
kat’iyen istidadımdan ve zekâvetimden gelmemiş olduğu-
na kanaat-i kat’iyem var. Yetmiş senedir de hayret edi-
yordum.
Şimdi ihsan-ı İlâhî ile bir hikmetini anladım ki: Çekir-
dek gibi, medrese ilimlerine bir ağaç ihsan edilecek ve o
ağacın hizmetinde bulunana karşı pek çok rakipleri ve
muarızları bulunacak.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 609 |
oluşma, çıkma.
nevi:
çeşit.
numune:
örnek.
sersem:
aklı bir karış yukarıda.
sual:
soru.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
tefsir-i kur’ânî:
Kur’ân tefsiri,
Kur’ân’ın açıklaması.
ulûm-i imaniye:
iman ilimleri,
imanla ilgili ilimler.
vaziyet:
durum.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
güya:
sanki.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlet:
hal, durum.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hizmet:
görev, vazife.
icazet:
diploma, yetki belgesi,
şahadetname.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihsan-ı ilâhî:
İlâhî ihsan; Ce-
nab-ı Hakkın mahlûkatına ih-
san ettiği bütün nimetler, ik-
ramlar, hediyeler, bağışlar.
ilim:
bilgi, marifet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yolu
ile yapılan açıklamalar.
itikat:
kesin inanma, iman.
kanaat-ı kat’iye:
kesin ka-
naat, varılan kesin düşünce.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
mana:
anlam.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim ku-
ruluşu.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
münazara:
bir konu üzerinde
belli kurallara uyularak yapı-
lan tartışma.
müptedi:
yeni başlayan,
acemi, daha işin başında olan.
müşkül:
güç, zor, çetin.
neşet:
meydana gelme,