manevî kemalâtlarına âlet yapmamak ve hakiki ihlâsı kır-
mamak için, ehl-i siyaset said hakkında “dini siyasete âlet
yapmak” vehmini verip, tâ said işkencelerle, hapislerle
dini siyasete âlet etmesin diye ehl-i siyasetin zalimâne hü-
kümleri altında kader-i İlâhî, nurdaki hakiki ihlâsı kırma-
mak için said’e şefkatli tokatlar vurup “sakın sakın ha-
kaik-ı imaniyenin tefsiri olan risale-i nur’u kendi şahsî
menfaatlerine ve hatta manevî kemalâtlarına ve belâlar-
dan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma. tâ
ki nurun en büyük kuvveti olan ihlâs-ı hakiki zedelenme-
sin” diye, kader-i İlâhînin şefkatli tokatları olduğuna kat’î
kanaat ediyorum.
Hatta, her ne vakit sırf ahiretime şahsî ibâdetle ziyade
meşguliyetim sebebiyle nurun hizmetini bıraktığım aynı
zamanında, ehl-i dünya bana musallat olup bana azap
verdiğine kat’î kanaat getirmişim.
Bu dördüncü numunenin izahını en son yazılan mek-
tuplardan, ehl-i siyaset, said’i dini siyasete âlet yapar di-
ye hapislere atması ve sonra said onun hikmetini, yani
kaderin şefkat tokatları olduğunu anlamasıyla onları he-
lâl etmesi ve kendi tahammülünün hikmetini anlamasına
dair olan o mektuba havale ediyoruz.
Beşincinumune:
Bu bîçare said’in gayet muhtaç oldu-
ğu ve yetmiş seneden beri o sanatla meşgul olması ve ba-
zı gün iki yüz sahife kadar tashihe mecbur olmasıyla bera-
ber, on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak ol-
duğu yazı kadar bir yazıya malik olamadığına hayret
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
kıyametten sonra kurulacak olan
âlem.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dair:
alakalı, ilgili.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
havale:
ısmarlama, bırakma.
helâl:
Allah’ın müsaade ettiği şey,
din bakımından günah olmayan
şey.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüküm:
emir, bir konu hakkında
verilen karar.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihlâs-ı hakikî:
gerçek ihlâs, sami-
| 612 | Emirdağ Lâhikası – ıı
miyet.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kanaat:
inanç, inanış.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
malik:
sahip.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
menfaat:
fayda.
meşgul:
bir işle uğraşan, işgal
eden.
meşguliyet:
meşgul olma, bir
iş yapma.
muhtaç:
gerek duyan.
musallat:
çok rahatsızlık ve-
ren, aşırı derecede sataşan.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muzır:
zararlı, zarar veren.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur
hizmeti.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sahife:
sayfa.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tahammül:
zora dayanma,
sabretme, sabır gösterme.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tefsir:
açıklama, izah.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
ziyade:
çok, fazla.