Emirdağ Lâhikası - page 620

Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar ve maruz kaldı-
ğım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun.
Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara,
hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek
isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine
hakkımı helâl ettim.
Âdil kadere de derim ki:
Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yok-
sa herkes gibi gayet meşru ve zararsız olan bir yol tuta-
rak şahsımı düşünseydim, maddî-manevî füyuzat hisleri-
mi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük manevî
kuvveti kaybedecektim. Ben maddî ve manevî herşeyimi
feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sab-
rettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu
sayede nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de mil-
yonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imani-
yede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve ma-
nevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır.
Yalnız ve yalnız Allah rızâsı için çalışacaklardır.
Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musi-
betlere, eza ve cefalara maruz kaldılar, ağır imtihanlar
geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve
haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etme-
lerini isterim. Çünkü onlar, bilmeyerek, kader-i İlâhînin
sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek, bizim da-
vamıza, hakikat-i imaniyenin inkişâfına hizmet ettiler.
Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennîsinden
âdil:
adaletli olan, doğruluk gös-
teren.
cefa:
eziyet, sıkıntı, zulüm.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
eza:
eziyet, incitme, can yakma.
feda:
uğruna verme.
feragat:
hakkından isteyerek vaz-
geçme.
füyuzat:
feyizler, manevî bolluk
ve bereketler, inayetler.
gayet:
son derece.
hakaret:
onur kırma, onuruna do-
kunma, küçültücü söz veya dav-
ranış.
hakikat-ı iman:
iman hakikati.
hakikat-ı imaniye:
imana ait olan
gerçek.
helâl:
bağışlama, alacağından vaz
geçme.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
| 620 | Emirdağ Lâhikası – ıı
üzere olmak.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlaşılmasına
hizmet etme.
iman:
inanç, itikat.
imtihan:
deneme, sınama.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
maddî:
madde ile alâkalı.
mahkûm:
hüküm verme.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
mekteb-i irfan:
ilim ve irfan
okulu, irfan yuvası.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın
müsaade ettiği şey.
musibet:
felaket, bela.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
Nur:
Risale-i Nur.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
sabır:
sabır, dayanma, kat-
lanma, zorluklara dayanma
gücü.
sır:
giz.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
talebe:
öğrenci.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
temenni:
dilek, istek, arzu.
vazife:
görev.
zindan:
hapishane.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1...,610,611,612,613,614,615,616,617,618,619 621,622,623,624,625,626,627,628,629,630,...1032
Powered by FlippingBook