tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup ahirette mesul
olur; dünyada değil. eğer bu kanun-i esasî çabuk düstur-i
esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i
Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sâfilîn
olan o vahşî irticaa düşecek.
İşte, kur’ân’ın bu gibi kudsî kanun-i esasîsine irtica
namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedevîliğin dehşetli
bir kanun-i esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öyleleri-
nin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin se-
lâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın
hukuku nazara alınmaz. devletin siyasetinin selâmeti için
cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, birtek cani yüzünden
bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara al-
maz. Birtek caninin yüzünden bin adamın kılıçtan geç-
mesini caiz görür. Bir adamın yaralanmasıyla binler
masumu sıkıntıya verdirir. Ve iki yüz adamı kurşuna dizil-
mesini o bahaneyle nazara almaz. Birinci Harb-i Umumî-
de üç bin adamın caniyâne siyaset hatalarıyla otuz mil-
yon bîçare nev-i beşer aynı harbde mahvedildiği gibi, bin-
ler misaller var.
İşte bu vahşiyâne irticaın, bu dehşetli zulümlerine kar-
şı gelen kur’ân şakirtlerinin, kur’ân’ın yüzer kanun-i esa-
sîsinden
(1)
…'
ôr
No
G n
Qr
Rp
h l
In
Qp
RGn
h o
Qp
õn
J n
’n
h
ayetinin ders verdiği
kanun-i esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve
uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına
“mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un
adalet-i hakikiye:
hakikî adalet,
gerçek adalet.
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
kıyametten sonra kurulacak olan
âlem.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
bedevî:
iptidaî tarzda yaşayan,
medenî olmayan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
cani:
cinayet işlemiş kimse, acı-
masız, gaddar.
caniyâne:
cani gibi, canice, cani-
cesine.
cinayet:
cana kıyma, katil veya
bu derecede ağır bir suç.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
düstur-i esasî:
temel prensip, esas
düstur.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
emsal:
örnekler, benzerler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en aşağısı,
Cehennemin en aşağı tabakası.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
feda:
uğruna verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
günahkâr:
günahlı, günah işlemiş.
harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yılları
arasında cereyan eden Birinci
Dünya Savaşı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
irtica:
gericilik, geriye dönme, es-
kiyi isteme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
kanun-ı esasî:
ana prensipler,
anayasa.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahv:
perişan etme, harap etme.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mel’un:
lânetlenmiş, kötülenmiş.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
misal:
örnek, numune.
mürteci:
gerilik, geriye dönme ta-
raflısı, eski düzeni savunan,
gerici.
müttehem:
itham olunan,
suçlanan.
nam:
ad, isim.
nazar:
bakış, dikkat.
nazar:
dikkat.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
çeşit.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tarafgir:
bir tarafı tutan, ta-
raflı.
temin:
sağlama.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç
olan şey.
vahşî:
yabanî, ürkütücü ve
korkunç olan.
vahşiyâne:
vahşîcesine, vah-
şîce, vahşîlikle.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
1.
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15; Fatır
Suresi: 18; Zümer Suresi: 7.)
| 624 | Emirdağ Lâhikası – ıı