Emirdağ Lâhikası - page 634

malik allâmelerden müteşekkil bir heyet bu vazifeye sa-
hip çıksın.
E
LhasıL
:
kur’ân’ı tefsir edene lâzım gelir ki, gayet âli
bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i
kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zat
ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki, o şahs-ı manevî, çok
ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telâhu-
kundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine
in’ikâsından ve ihlâs ve samimiyetlerinden, mezkûr bir
heyetten çıkabilir. o heyetin bir ruh-i manevîsi hükmüne
geçer.
evet, “Mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her
fertte bulunmaz” düsturuyla, çok defa içtihadın asarı ve
nur-i velâyetin hassaları ve ziyası bir cemaatte görünü-
yor. Hâlbuki, o cemaatin hangisine bakılsa o hassa gö-
rünmüyor. demek ami adamların ihlâsla tesanütleri, bir
velâyet hassasını veriyor. İflte bu hakikate binaen, böyle
bir maksat için bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima
bekliyordum. o ümit küçüklüğümden beri gaye-i hayalim
iken, birden hiss-i kablelvuku kabîlinden kalbime bir sü-
nuhat oldu ki: Maddî ve manevî iki zelzele-i azîme yakla-
şıyordu.
(HaşİYe)
Ben de, acz ve kusurumla, sözlerimdeki
HaşİYe:
evet, üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umûmîden evvel
çok defa bize ulûm-i Arabiyeyi ders verdiği zaman, bize katî bir tarzda
“Büyük ve umûmi bir zelzele yaklaşıyor; hazırlanınız. o zaman herkes
benim gibi mücerredlere gıpta edecekler” diye söylüyorlardı. pek az za-
manda, onun mükerreren verdiği haber ayen çıktı.
Horhor’dakieskitalebelerinamınaMedresetü’l-Vaizînmezunlarından
MehmedSadık,Sabri,MehmedŞefik,MehmedMihrî,Hamza
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
allâme:
pek çok konuda ihtisas
sahibi büyük bilgin, ilmî seviyesi
çok yüksek olan âlim, üstad-ı
azam.
âmî:
bilgisiz, cahil.
asar:
eserler.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cemaat:
topluluk, aralarında çeşitli
bağlar bulunan insanlar topluluğu.
defa:
kere, kez, yol.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
düstur:
kanun, kural, esas.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
gaye-i hayal:
hayal edilen gaye,
ideal.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
hassa:
bir kimseye, ya da bir şeye
özel olan nitelik.
heyet:
kurul, komite.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleşmesinden önce
kalbe doğması.
hükmüne:
yerine, değerine.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esaslar
dahilinde Kur’ân ve sünnete uy-
gun şekilde bir konuda fikir ortaya
koymaları, hüküm vermeleri.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
| 634 | Emirdağ Lâhikası – ıı
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
imtizaç:
bileşik hale gelme,
kaynaşma.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
kabil:
tür, gibi.
kusur:
eksiklik, noksan.
kuvve-i kudsiye:
kudsî kuv-
vet, Allah’ın sırlarının kendi-
sinde gözüktüğü peygamber-
lerin, velîlerin kuvveti.
maddî:
madde ile alâkalı.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
malik:
sahip.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muntazır:
bekleyen, gözeten.
müteşekkil:
teşekkül etmiş,
şekillenmiş, şekillenen.
nevi:
çeşit.
nur-i velayet:
velayet nuru,
aydınlığı.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
ruh-i manevî:
manevî ruh.
sünuhat:
sünuhlar, akla gelen,
içe doğan şeyler.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
tefsir:
Yorum, şerh.
telâhuk:
birbirine katılma, bir-
biri arkasına gelip birleşme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
ulûm-i arabiye:
Arabca bilgi-
leri; Arab dili ilimleri.
vazife:
görev.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
zat:
kişi, şahıs.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
1...,624,625,626,627,628,629,630,631,632,633 635,636,637,638,639,640,641,642,643,644,...1032
Powered by FlippingBook