Yezid’in zulmünü adalet-i ömeriyeye tercih etmek misilli
en vahşî ve zalimâne bir engizisyon kanununu, beşerin
en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan
kur’ân’ın mezkûr kanun-i esasîsine tercih etmek hük-
mündedir. Hükûmet-i İslâmiye ile bu memleketin selâme-
tine çalışan ehl-i siyasetin mezkûr hakikati nazara alması
lâzımdır. Yoksa, üç veya dört cereyanın muannidâne mu-
araza etmeleriyle, o kuvvetler, muaraza sebebiyle zayıf-
lar. Memleketin menfaatine ve asayişine sarf edilecek o
zayıf kuvvetle hâkimiyetini –hatta istibdad ile de olsa– asa-
yiş ve emniyet-i umumiyeyi muhafazaya kâfi gelmediğin-
den Fransız ihtilâl-i kebîrinin tohumlarının bu mübarek
memleket-i İslâmiyeye ekilmesine yol vermektir diye te-
lâş edilebilir.
Madem bu ittifaksızlıktan gelen zaafiyet ve kuvvetsizlik
sebebiyle ecnebînin politikasına ve ehemmiyetsiz, mu-
vakkat yardımlarına karşı bu acip manevî rüşvetler veri-
liyor, dört yüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ec-
dadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana
hükmediyor. Ve asayiş ve siyasete zarar gelmemek için
bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet temini-
ne kendilerini mecbur zannederek rüşvetler veriliyor;
milletin fakr-ı hâli nazara alınmıyor. elbette ve elbette ve
kat’î olarak, şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, garba
ve ecnebîye verdiği siyasî ve manevî rüşvetin on mislini
âlem-i İslâm’ın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde
olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere mem-
leket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için
Emirdağ Lâhikası – ıı | 625 |
israfat:
israflar, lüzumsuz yere
harcamalar.
istibdat:
idarede görülen her türlü
kanun dışı tazyik, baskı.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kâfi:
yeterli.
kanun-ı esasî:
ana prensipler,
anayasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
madem:
değil mi ki.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
medar:
sebep, vesile.
menfaat:
fayda.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
misillü:
gibi, benzeri.
misil:
kat; eş.
muannidâne:
inatçılıkla, inatçıya
yakışır şekilde, inatçı bir şekilde.
muaraza:
kavga, çekişme.
muhafaza:
koruma.
muvakkat:
geçici.
mübarek:
feyizli, bereketli.
nazar:
bakış, dikkat.
politika:
devlet işlerini yürütme,
düzenleme ve devletlerarası iliş-
kiler kurma sanatı, siyaset.
rüşvet:
yasa dışı ücret.
sarf:
harcama.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
luş, korku ve endişeden uzak
olma.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
suret:
biçim, şekil, tarz.
temin:
sağlama.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişmeler,
yükselişler.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşliği.
vahşî:
yabanî, ürkütücü ve kor-
kunç olan.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, hakkaniyet, âdillik.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
beşer:
insan, insanlık.
cemahir-i müttefika:
birbi-
riyle anlaşmış, ittifak etmiş
devletler, müttefik cumhuri-
yetler.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
devlet-i islâmiye:
İslâm dev-
leti.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i siyaset:
ülkenin idare-
siyle meşgul olanlar, siyaset
adamları, politikacılar.
emniyet-i umumîye:
genel
güvenlik.
engizisyon:
Hıristiyanlıktan
uzaklaşan veya dinî esaslara
aykırı davranan kimseleri ce-
zalandırmak için kurulan Ka-
tolik kilisesi mahkemeleri.
fakr-i hâl:
fakirlik, yoksulluk.
garp:
Batı, Batı ülkeleri.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
hükümet-i islamiye:
İslam
hükümeti.
ihtilâl-i kebir:
Büyük Fransız
İhtilali.