izahsızlık ve muğlâklık ile beraber kur’ân’ın nazmındaki
i’cazın işaratını ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kay-
dedip kaleme almak ve ayatın bazı imanî hakikatlerini
yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim.
Hâlbuki harbde acip bir vaziyette olduğumdan, tefsir-
lere müracaat etmek kabil olmadı. kur’ân’dan başka mer-
ci yoktu. Ben de yazdım. Yazdıklarım tefsirlere muvafık
geldiyse, güzel bir nimet ve bir muvaffakiyet... Yoksa,
mesuliyet benim bîçare fehmime aittir.
Aynı zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan mad-
dî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin ahirle-
rinde o mezkûr heyetin yuvalarını tahrip eden manevî
zelzele-i azîme meydana çıktı ki, öyle bir heyet-i âliye-i il-
miyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapılar ka-
pandı. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumîde
fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa
kalbime tulû eden nükteleri yazıyordum. derelerde, dağ-
larda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acip ayrı ay-
rı hâletlerin tesiriyle çeşit çeşit olmasından, tashih ve ıs-
lah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil
ve tağyirine razı olmadı. Çünkü, her dakika şehid olma-
ya hazırlandığımız için bir niyet-i halise ile yazılmış ki, o
hâlet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazılarımı tenzile
bir tefsir olarak değil, belki tefsirin bazı vücuhuna bir
nevi mehaz olarak, ehl-i kemal olan ulema-i muhak-
kikînin enzarına arz ediyorum. Hakikaten benim şevkim,
benim takatimin pek fevkinde bir noktaya sevk etti.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 635 |
mehaz:
menba, bir şeyin aslının
alındığı kaymak.
merci:
merkez, kaynak, müracaat
edilecek yer.
mes’uliyet:
mes’ul olma hali, so-
rumluluk.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muğlâk:
anlaşılmaz, karışık, açık
olmayan, çapraşık söz.
muvaffakıyet:
başarı.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
müracaat:
başvurma, danışma.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nevi:
çeşit.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
niyet-i halise:
samimi niyet.
nükte:
ince manalı, ancak dikkatle
anlaşılabilen mana veya söz.
razı:
hoşnut olma, kabul etme.
sevk:
yöneltme, gönderme.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup ölen
Müslüman.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tağyir:
başkalaştırma, değiştirme.
tahattur:
hatırlama, hatıra ge-
tirme.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
takat:
bir şeyi yapabilme, başara-
bilme gücü, güç, kuvvet, derman.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
tefsir:
Yorum, şerh.
tenzil:
kıymetten düşürme, değe-
rini indirme.
tulû:
zihne gelme, kalbe doğma.
ulema-i muhakkikîn:
gerçeği, ha-
kikati bulup araştıran âlimler.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vücuh:
vecihler, cihetler, yönler.
zelzele-i kübra:
büyük zelzele, en
büyük zelzele.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahir:
son.
arz:
sunma.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli
kişiler, kemal sahibi olanlar.
enzar:
bakışlar, bakmalar, na-
zar etmeler.
fariza-i cihat:
cihat farzı; din
uğrunda, Allah için çeşitli şe-
killerde savaşma farzı.
fehim:
zeki, anlayışlı, akıllı,
kavrayışlı.
fevkinde:
üstünde.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
hâlet:
hal, durum.
harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yıl-
ları arasında cereyan eden Bi-
rinci Dünya Savaşı.
harp:
savaş.
heyet:
kurul, komite.
heyet-i âliye-i ilmiye:
yüksek
ilim heyeti.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihtar-ı gaybî:
gaybî olarak ya-
pılan hatırlatma, uyarı.
imanî:
imana dair olan, imanla
ilgili.
işarat:
işaretler, alâmetler, be-
lirtiler.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
maddî:
madde ile alâkalı.
mahiyet:
durum, vaziyet.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.