Şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum, Allah’a binlerle
şükrediyorum ki, uzun seneler ihtiyârım haricinde olarak
hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakki-
yatıma ve azaptan ve cehennemden kurtulmama ve hat-
ta saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut her-
hangi bir maksada alet yapmaklığıma manevî gayet kuv-
vetli mânialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve il-
hamlar beni hayretler içinde bırakıyordu.
Herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saa-
detleri a’mal-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih
olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiç-
bir zararı bulunmadığı hâlde, ben ruhen ve kalben men
ediliyordum. rıza-i İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin
sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gös-
terildi. Çünkü, şimdi bu zamanda hiçbir şeye alet ve tâbi
olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-ı imaniye-
yi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında
olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünya-
sında imanı kurtaracak ve muannitlere kat’î kanaat vere-
cek bir tarzda, yani hiçbir şeye alet olmayacak bir tarzda,
bir kur’ân dersi vermek lâzımdır ki, küfr-i mutlakı ve mü-
temerrit ve inatçı dalâleti kırsın, herkese kat’î kanaat ve-
rebilsin.
Bu kanaat de bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin
hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şe-
ye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.
a’mal-i saliha:
salih ameller, Al-
lah’ın rızasına uygun yapılmış iyi
ve hayırlı işler.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
dâhil:
içeri, iç.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
derunî:
içten, gönülden, kalpten,
iç tarafa ait, içle ilgili.
dünyevî:
dünyaya ait.
fevkinde:
üstünde.
fıtrî:
tabiî, doğal.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hariç:
dışarıda.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
husus:
mevzu, konu.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ilham:
içe, gönüle doğma, kalbe
gelme, gönle doğan şey.
iman:
inanç, itikat.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten ve
samimî olarak.
kanaat:
inanç, inanış.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
| 618 | Emirdağ Lâhikası – ıı
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
keşmekeş:
karışık olma du-
rumu, karışıklık.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür,
hiç bir imanî hükmü, delili ka-
bul etmeme, kesin ve tam bir
inkar.
maddî:
madde ile alâkalı.
makamat:
makamlar.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mânia:
meneden şey, engel,
özür, zorluk.
men:
yasak etme, engelleme.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın
müsaade ettiği şey.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
müteveccih:
dönük.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
ruhen:
ruhî açıdan, ruhsal ola-
rak.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sevk:
yöneltme, gönderme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şerait:
şartlar.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tarz:
biçim, şekil.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler, yükselişler.
ubudiyet:
kulluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vazife-i ilmiye:
ilimle uğraşma
görevi.
vesile:
bahane, sebep.