eylediği, miftah-ı kerem ve ihsana, çok günahkâr ve ter-
biyesiz olan ben sefil Yusuf Toprak, bütün fezayıh ve i’ti-
saflarıma rağmen, tevessül ettikçe bana fazlından verdi-
ği mazhariyetin kıymetini takdir etmek, ona şükür eyle-
mek şöyle dursun, bilâkis küfran-ı nimet, defaatle nakz-ı
ahit, irtikâb-ı kizb ve hıyanet eylediğim için derin kasave-
te, kesif zulmete, müthiş dalâlete hakkıyla maruz kalan
kalbimin, ruhumun aldığı müzmin ve münkis yarayı teda-
vi çaresini taharri yolunda aklımı, zevkimi kaybetmiş,
âdeta çılgın bir hâle girmiştim.
Başvurduğum her tabib-i manevîden aldığım ilâçlar ya-
ramı tedaviye, aklımı iknaa, lehfemi iskâta kâfi gelmedi.
Bizzarure
(1)
r
ºp
¡°p
ùo
Ør
fn
G '
=¤n
Y Gƒo
an
ô°r
Sn
G n
øj/
òs
dG n
…p
OÉn
Ñp
YÉn
j r
?o
b
ayet-i ce-
lîlesinin mefhumuna tevessülen, me’lûf olduğum
denaetlerden mütehassıl koyu lekeleri kal' ve tathire ve
tarik-ı hakta sebata muin olacak bir rehberi ararken, or-
tada hiç bir sebeb-i zahirî olmadığı hâlde, memleketim-
den Kastamonu’ya nefyim, şüphesiz, nefsime giran gel-
miş ve hatta yeis ve teessüfe kapılmıştım. Bilmiyordum
ki bu nefyimle,
n
ƒo
gn
h Ék
Är
«°n
T Gƒ t
Ñp
ëo
J r
¿n
G =À'
ùn
Yn
h r
ºo
µ`n
d l
ôr
«n
N n
ƒo
gn
h Ék
Är
«°n
T Gƒo
gn
ôr
µ`n
J r
¿n
G =À'
ùn
Yn
h
Ék
Är
«n
°T Gƒo
gn
ôr
µ
n
J r
¿n
G =À'
ùn
©n
a
(2)
@ n
¿ƒo
ªn
?r
©n
J n
’ r
ºo
àr
fn
Gn
h o
ºn
?r
©n
j *Gn
h r
ºo
µ
n
d w
ôn
°T
(3)
Gk
Ò/
ã`n
c Gk
ôr
«n
N p
¬«/
a *G n
?n
©r
én
jn
h
ayetlerinin sırrına mazhar edecek ve iltiyam-ı ümit imkân-
sız gördüğüm manevî yaralarımın tedavisine muktedir
âdeta:
sanki.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i celile:
azîm ve yüce mana-
ları ihtiva eden ayet.
bilâkis:
aksine, tersine.
bizzarure:
zarurî olarak, ister iste-
mez, mecburen.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
defaat:
kereler, defalar, kezler,
yollar.
denaet:
alçaklık, aşağılık, adîlik.
fazl:
alicenaplık, ihsan, cömertlik.
giran:
bıktırıcı, usandırıcı.
günahkâr:
günahlı, günah işlemiş.
hâl:
durum, vaziyet.
iskât:
susturma.
ikna:
razı etme, razı edilme.
i'tisaf:
doğru yoldan ayrılma, sa-
pıtma.
kâfi:
yeterli.
kal’:
ortadan kaldırma, silme.
kasavet:
katılık.
kesif:
koyu.
kıymet:
değer.
küfran-ı nimet:
nimete karşı nan-
körlük etme, Cenab-ı Hakkın ihsan
ettiği nimetleri bilmemek, hür-
metsizlikte bulunmak, nimetlere
şükürsüzlük.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
maruz:
tesir altında.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mazhariyet:
elde etme, nail olma,
kavuşma, şereflenme.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
mefhum:
bir sözün ifade ettiği
mana.
muin:
yardımcı, muavin.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mütehassıl:
hâsıl olan, vücut bu-
lan, meydana gelen, oluşan, üre-
yen.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
müzmin:
eskiyerek yerleşmiş
hastalık, süreklileşmiş, kronik.
nakz-ı ahit:
sözünden cayma, sö-
zünde durmama, anlaşmayı boz-
ma, anlaşmanın hükümlerine uy-
mama.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefiy:
sürgün etme, cezalandıra-
rak başka bir yerde ikamet etme-
ye mecbur etme.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
sebeb-i zahirî:
görünürdeki
sebep.
sefil:
alçak, aşağılık.
sır:
gizli hakikat.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
taharri:
arama, araştırma.
takdir:
kıymet verme, ölçme.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tathir:
temizleme, paklama.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
tevessül:
başvurma, girişme.
tevessülen:
başvurarak, giri-
şerek, vesile sayarak, sebep
tutarak.
yeis:
ümitsizlikten meydana
gelen üzüntü ve karamsarlık.
zulmet:
karanlık.
1.
De ki: Eye günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım. (Zümer Suresi: 53.)
2.
Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. Bazen de sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur.
Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi: 216.)
3.
Eğer siz onlardan hoşlanmayacak olsanız bile, olur ki sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde
Allah pek çok hayır yaratır. (Nisâ Suresi: 19.)
| 592 | BARLA LÂHİKASI