Evvelce yazdığım uzun satırların malâyani ve boşlu-
ğundan, fazla meşgul ettiğimden ve gerek bizim ve ge-
rekse mübarek Zekeriya kardeşimizin kıymetsiz, değersiz
hediyelerini, mezuniyetsiz kabul ederek, takdim etmek
cesaretinde bulunduğumdan mütevellit, aziz Üstadımın
adem-i kabul ve hoşnutsuzluğuyla tekdiratına maruz ka-
lacağımdan korkarak intizarda iken, müvezzi iki mektup
verdi. İftar vakti dar olduğundan, ayakta zarfı açtıktan
sonra, kıymet takdir edemediğim çok şirin ve cazib olan
hatt-ı fazılâneniz, sanki, "Korkma" diye hitap ediyormuş
gibi, tebessüm ederek gözüme ilişince, sürurumdan oku-
yamadım. Hemen haneme koştum, iftar ile beraber oku-
maya başladım.
Sevgili ve Müşfik Üstadım!
Muhyiddin-i Arabî haz-
retlerinin tebşiratı hatırıma geldi. Zat-ı fazılânelerindeki
gördüğüm şefkat-i pederanenin, o büyük zatın haber
verdiği şefkat-i pederaneyi haiz bulunduğunuza iman et-
tim. Kâdir-i Mutlak hazretleri siz Üstadımızdan kat kat
razı olsun ve bizleri de, hizmetinizde ve hizmet-i
Kur’ân’da daim ve sabit eylesin ve Üstadımızın kıymetli
ve kudsî işaretlerine ve kıymetli dualarına mazhar eyle-
sin... âmin, bihürmeti Seyyidü’l-Mürselîn...
Şefkatli Üstadım!
Hizmet-i Kur’ân’da ve Risale-i
Nur’un neşriyatındaki zerre-i vahide kabîlinden olan
mesainin, nezd-i âlî-i Üstadânelerinde hüsn-i kabule
mazhariyeti, zayıf, âciz, fakir hizmetkârınız ve iktidarsız,
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
adem-i kabul:
kabul etmeme.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bihürmeti seyyidi’l-mürselin:
Peygameberimiz (asm) için söyle-
nen, “gönderilenlerin efendisi hür-
metine” anlamında bir saygı ifade-
si.
cazip:
çekici, cazibeli.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
dua:
yalvarma, yakarış, niyaz.
evvelce:
daha önce.
haiz:
taşıyan.
hane:
ev, mesken.
hitap:
birine söz söyleme, sözü bi-
ri üzerine çevirme.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hoşnut:
Memnun, razı, gönlü hoş
edilmiş.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak, gü-
zellikle kabul etmek, benimse-
mek.
iftar:
orucun sona erdiği zaman.
iktidarsız:
güç yetirememe, bir işi
gerçekleştirecek derecede gücün
olmaması.
iman:
inanç, itikat.
intizar:
bekleme, gözleme.
kabil:
tür, gibi.
Kâdir-i Mutlak:
kudreti mutlak
olan ve her şeye gücü yeten, son-
suz kudret sahibi olan Allah.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
maruz:
tesir altında.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
mazhariyet:
nail olma, şeref-
lenme.
mesai:
çalışma.
mezuniyet:
yetkililik, yetki.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kut-
lu, uğurlu.
müşfik:
şefkatli, merhametli,
sevgi ve ilgi gösteren.
mütevellid:
sebep olduğun-
dan.
müvezzi:
postacı, mektup,
telgraf gibi şeyleri ev ev dağı-
tan kimse.
neşriyat:
yayın, yayınlama işi.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
sabit:
değişmeyen, devamlı.
satır:
bir sayfa üzerinde yan
yana dizilmiş kelimeler; yazı
sırası.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız merha-
met.
takdim:
arz etme, sunma.
takdir:
kıymet verme, değer
biçme.
tebessüm:
gülümseme.
tebşirat:
müjdeler, müjdele-
meler, müjde vermeler.
tekdirât:
tekdirler, uyarmalar,
çıkışmalar, azarlamalar.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zarf:
içine mektup konulan
kâğıt kap.
zat:
şahıs.
zerre-i vahide:
tek bir zerre.
| 582 | BARLA LÂHİKASI