ve aziz bir misafirimiz olan çok kıymetli Üstadımızın, biz
asi ve günahkârların kalblerini nurlarla doldurduğu hâl-
de, mukabil borcumuzu, maneviyata uzanamadığımız-
dan ancak değersiz ve kıymetsiz olan maddiyatla ödeye-
biliriz, zannıyla teselli bulmaktayız. Af buyurunuz Üsta-
dım, dellâl-ı Kur’ân’ın nidalarını işiten hangi Müslüman
vardır ki, kulaklarını tıkasın. Haşa, sümme haşa!
Nurlarınızın şuaı gözlerimizi kamaştırıyor. Kalblerimi-
zi bütün safiyetiyle Allah’a, Kur’ân’a ve Resul-i Mücte-
ba’ya (
ASM
) ve o iki cihan serverinin aziz vârislerine bağ-
lıyor ve bağlamıştır. Bu bağ öyle bir bağ ki; inayet-i
Hakla, hiç bir maddiyunun ve hiç bir mülhit ve fırak-ı
dâllenin değil, dünya kâfirlerinin bütün kuvvetleri bir
araya gelse, bu kudsî rabıta-i kalbiye bağını koparamaz.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g! o
ór
ªn
ër
dn
G
Zat-ı fazılânelerince lüzum görülüp, icap etmeden, hiç
bir zaman, mektup yazmak zahmetlerini ihtiyâr etmeni-
ze razı olamam. Bu hususta gücenmek şöyle dursun, kıy-
metli Üstadımın kudsî vazifelerinin ifasına mâni teşkil
eden işgali, en büyük hata ve hürmetsizlik sayarım.
Ahmed Nazif Çelebi
ì@í
BARLA LÂHİKASI | 587 |
ebedi kabul edenler.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
mâni:
engel.
mukabil:
karşı.
mülhit:
İslam dininden ayrılan, Al-
lah’ı inkar eden, dinsiz, imansız.
nida:
ses, seslenme, çağırma.
razı:
rıza gösteren, kabul eden.
Resul-i Müçteba:
seçilmiş pey-
gamber, seçkin peygamber.
safiyet:
saflık, halislik, temizlik.
sümme:
tekrar ve tekrar.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
teselli:
avutma, acısını dindirme,
güzel sözler söyleyerek rahatlat-
ma.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vâris:
mirasçı.
vazife:
görev.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmet-
me.
âsi:
isyan eden, başkaldıran.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân
eden, tanıtan, hizmet eden.
firak-ı dâlle:
sapık gruplar, da-
lâlet fırkaları, ehl-i sünnetten
ayrılan gruplar, hak yoldan
ayrılmış gruplar.
günahkâr:
günahlı, günah iş-
lemiş.
hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
husus:
mevzu, konu.
hürmet:
saygı.
icap:
gerekme hali, gerekli ol-
ma.
ifa:
bir işi yapma, yerine getir-
me.
ihtiyâr:
irade, tercih.
inayet-i Hak:
her şeyin en
doğrusunu yapan Cenab-ı
Hakk’ın koruması, yardımı.
işgal:
meşgul etme, işten alı-
koyma, uğraştırma.
kafir:
Allah’ı ve İslamiyeti in-
kar eden, dinsiz.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler, gözle görülüp elle tu-
tulur cinsten şeyler.
maddiyyun:
maddeyi ezeli ve
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)