devam ediyor. (Ve, inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve
tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve talim ile, belki Yirmi be-
şinci ve Otuz ikinci mektupları telif ile Dokuzuncu Şu-
anın dokuz makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim
ve tertip ve tefsir ve tashih ile devam edecek.)
Risale-i Nur’un samimî, halis şakirtlerinin hey’et-i mec-
muasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve
tezahür eden bir şahs-ı manevî (bâkî ve muktedir bir kuv-
vet-i zahrdır), (bir rehberdir.) Buradan oraya gelen mek-
tuplar (Mübareklerin heyeti) bir Risale şeklinde toplanma-
sını ve Hüsrev de, cüz’î ve hususî bazı cümlelerini ve lü-
zumsuz bazı fıkralarını tayyetmeyi Hafız Ali ve Sabri’ye
havale etmiş olduğunu yazıyorsunuz. Evet Risaletü’n-Nur
hakkında, kerametli ve dikkatli ve isabetli ve keskin Hüs-
rev’in nazarı doğrudur. Bâkî bir eserde, muvakkat ve cüz’î
ve hususî kelimeler tayyedilse daha iyidir. Bu defaki mek-
tubunuzda kerametkârâne üç nokta gördük.
Bi r inc i s i :
Buranın bir Hüsrev’i olacak derecede ihlâs
ve irtibat ve iktidarı gösteren Küçük Hüsrev, Mehmed
Feyzi isminde Risaletü’n-Nur’un çalışkan bir talebesi as-
kerden gelip, daha ikinci defa görüşüldüğü vakit, mektu-
bunuzda Feyzi ismini gördük, dedik. Bu Risaletü’n-Nur’-
un Şakirtleri, birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbiri-
ne pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar.
İ k inc i s i :
Bu küçük Hüsrev Feyzi, bu ahirlerde İstan-
bul’da iken, Risale-i Nur hesabına zihnime dokundu. Mü-
teessir oluyordum. “Acaba rahatsızlığı mı var?” Birden
BARLA LÂHİKASI | 589 |
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerh:
açıklama, izah etme, yorum-
lama.
tahşiye:
haşiye yazma, açıklayıcı
yazı yazma, derkenar.
talebe:
öğrenci.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğretme.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
tashih:
düzeltme, yanlışını gider-
me.
tayy:
çıkarma, atma.
tefsîr:
açıklama, tamamen açıkla-
ma, izah.
tekmil:
tamamlama, noksanlarını
giderme, bitirme.
telif:
eser yazma.
tertip:
dizme, sıralama, düzene
koyma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vazife:
görev.
zihin:
anlama, bilme, kavrama gü-
cü, anlayış, kavrayış.
ahir:
son.
bakî:
devamlı, kalıcı, sürekli.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait ol-
mayan, özel.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
halis:
hilesiz, katıksız, karışık-
sız, saf, duru.
havale:
bir işi veya bir şeyi
başka birine bırakma, üstüne
bırakma, ısmarlama.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün gösterdi-
ği hâl ve manzara.
hususî:
özel.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
iktidar:
kabiliyet.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
irtibat:
bağ, münasebet.
isabet:
tam yerinde.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kerametkârane:
kerametli bir
şekilde, keramet gösterircesi-
ne.
kuvvet-i zahr:
yedek kuvvet,
arka, dayanılan manevi güç.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
muvakkat:
geçici.
nazar:
bakış.
neşr:
kitap basma, çıkarma;
herkese duyurma, yayma.
nokta:
hâl, durum.
Risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,