doktorların ve yanlarındaki kuvvetli mualecenin eserini,
varlığını ve ism-i Hayy ve Hakîm’in cilvesini şefkaten
göstermek suretiyle, bana minnet üstünde minnet-i uh-
revî yapmak içindir. Bu mülevves ahlâkımla ben neciyim
ki, bu ihsan-ı azîme nail olayım diye şaştım. Fakat, lehül-
hamd ve’l-minne,
(2)
@ Ék
ª«/
Mn
Q n
Ú/
æp
erD
ƒo
Ÿr
Ép
H n
¿Én
c
n
h
(1)
@ /
Ên
ón
Ln
h »/
æn
Ñn
?`n
W r
øn
e
(3)
Ék
ª«/
Mn
Q Gk
Qƒo
Øn
Z %G p
óp
én
j
gibi işarat-ı celîle hatırıma gelmekle, bir derece mütesel-
li oldum. Ey yaramın doktoru! Ve ey dalâlet uçurumun-
da yuvarlanan ruhumun halâskârı! Ve ey İlâhî ve kudsî
yolların rehberi.
Evvelden hiç muarefemiz yokken, seni kal’a üstünde
ilk ve tesadüfen gördüğümde “Dalâletten halâsın, Al-
lah’ın rahmetine vüsulün en kısa yolu var mı?” diye sor-
dum. “Çok kısa bir çare-i Kur’âniye vardır” diye buyur-
dunuz. Fakat dalâletim, gafletim, enaniyetim itibarıyla bu
kısa ve merdane cevaptaki hikmet-i azîme nebean-ı rah-
mete dikkat etmedim. Ruhuma ihanet ederek aldırma-
dım ve felâket-i maneviyede bir müddet daha kalmış ol-
dum.
Vakta ki Risale-i Nur, hatta
Enhar-ı Nur
demesine
şayeste olan mektuplardan yine tesadüfen elime geçen
bir nüshayı görünce ve münderecatındaki hakaika da-
lınca, inayet-i Rabbanî, mu’cizat-ı Kur’ânî, himemat-ı
Sübhanî, keramat-ı ruhanî eseri olmalıdır ki, kasî kalbi-
me, asi ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakim
BARLA LÂHİKASI | 593 |
da ismi.
işarat-ı Celîle:
büyük işaretler.
kal’a:
büyük hisar.
kasî:
katı, sert.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lehü’l-hamd ve’l-minne:
hamd
ve minnet onun (Allah) içindir.
mağrur:
gururlu.
merdane:
mertçesine.
minnet:
bir iyilik karşısında ken-
dini manevî olarak borçlu hisset-
me, yük altında kalma.
mu’cizat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
mualece:
ilâç, ilâç yapma, ilâç kul-
lanma.
muarefe:
karşılıklı görüşme, tanış-
ma; birbirini bilip tanıma.
müddet:
süre, zaman.
mülevves:
kirli, pis; karışık, dü-
zensiz.
münderecat:
içendekiler.
mütesellî:
teselli bulan, avunan.
nail:
kavuşma, ulaşma, erme.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
sakim:
hasta, hastalıklı; doğru ol-
mayan, hatalı.
suretiyle:
tarzıyla, biçimiyle, yo-
luyla.
şayeste:
yakışır, yaraşır, uygun,
lâyık, münasip.
şefkaten:
şefkat ederek, şefkat
göstermek ve acımak suretiyle.
tesadüfen:
tesadüf olarak, rastge-
le.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vüsul:
kavuşma, ulaşma, erişme.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
cilve:
İlâhî tecelliler.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
evvel:
önce.
gafil:
gaflette bulunan, endi-
şesiz, nefsine uyarak Allah’ın
emirlerini unutan.
gaflet:
gafillik, boş bulunma,
ihtiyatsızlık, dikkatsizlik.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, se-
lamete erme.
halâskâr:
kurtarıcı.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
İlâhî:
seslenme, yakarış) Ey Al-
lah’ım!.
inayet-i Rabbanîye:
her şeyin
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakk’ın yardımı.
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi; Ce-
nab-ı Hakkın hikmetle, fayda-
ları takip ederek iş gören ma-
nasındaki ismi.
ism-i Hayy:
Cenab-ı Hakk’ın
hayatı veren, dirilten anlamın-
1.
Kim istese, Beni bulur.
2.
Mü'minler için Allah çok merhametlidir. (Ahzab Suresi: 43.)
3.
Allah’ı çok bağışlayıcı çok merhametli bulur. (Nisâ Suresi: 110.)