düşünceme “Tak!” diye bir tokmak vuruldu. Bir intibah
halkası takıldı. Hemen düşündüm. Ulemanın midâd-ı ak-
lâmı, şühedanın kanından mübecceldir ve
(2)
n
?«/
FBG n
ôr
°Sp
G =»/
æn
H p
ABÉ n
«p
Ñr
fn
Én
c »/
às
eo
G p
ABÉn
ªn
?o
Y
(1)
@ p
ABÉ n
«p
Ñr
fn
’r
G o
án
Kn
Qn
h o
ABÉn
ªn
?o
©r
dn
G
gibi hadisler ile Hazret-i İsa’nın
(
AS
)
Havariyyuna, Haz-
ret-i Muhammed’in
(
ASM
)
Ensara tekliflerini ve onların
icabetini hatırladım.
Âdeta, fetret devri denmeye seza olan bu zamanda,
irsiyet-i Nübüvvet makamında, ilâ-i kelimetullah uğrunda
maddeten uğraşan seyl-i dalâletle kapanmış olan rah-ı
Hakka çığır açan, bir recul-i fedakâra iltihak ve muave-
net etmek ve bu vesile ile fırsatı ganimet bilerek, zulü-
mattan nura mazhar olmak lüzumunu his ve intikal et-
tim. Pek âdî bir mahlûk olduğum ve kalbime müstevli,
ağır dalâlet darbesi, kalın perdesi altında hasta bulundu-
ğum için, fazileti maneviyatı anlamam. Zira, fazileti tak-
dir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür. Yalnız bun-
ca mesavi ve mütereddit hareketlerimle huzur-i samileri-
ne lütfen kabulümde, yüksek ruhunuzdan yağan samimî
şefkat, hakikî re’fet, halîmâne iltifat, kerîmâne hüsn-i
kabulünüz beni birtakım ümitlere, ihtiyârsız muhabbetle-
re sevk ve büyük sürurlara gark etti. Ancak Allah’ın en
âciz, en aşağı, en günahkâr, en zalim bir mahlûkunu ar-
kadaşlığına kabul ve tahammül eden, bir şahsiyet-i alelâ-
de olamayıp, kuvvetli, püştibâne fütur götürmez bir mes-
nede malik olmak lâzım geldiğini teyakkun edebildim.
adeta:
sanki.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
Ensâr:
Hz. Peygambere yakınlık
gösteren, onu koruyup yardım
eden Medineli Müslümanlar.
fazilet:
kişiyi ahlaklı, iyi hareket
etmeye yönelten manevi kuvvet,
erdem.
fetret:
iki peygamber arasında
peygambersiz geçen zaman.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, bezgin-
lik, usanma, usanç, bıkma.
gark:
daldırma, dalma, boğma.
günahkâr:
günahlı, günah işlemiş.
hakikî:
gerçek.
halîmane:
halîm bir şekilde, yu-
muşak surette, yumuşak huylula-
ra yakışır bir tarzda, uysalca.
Havariyyun:
Havariler, on iki ha-
vari, Hz. İsa’nın yardımcısı ve sa-
habesi olan on iki kişinin hepsine
birden verilen isim.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak, gü-
zellikle kabul etmek, benimse-
mek.
i’lâ-i kelimetullâh:
Allah’ın adını,
Allah’ın birliğini yükseltme, yü-
celtme.
icabet:
kabul etme, kabul edilme.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
iltihak:
karışma, katılma.
intibah:
uyanış.
intikal:
anlama kavrama.
kerîmane:
kerîmce, cömertçe, bol
ihsan ve ikram ile.
maddeten:
maddî olarak.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
makam:
manevî mevki.
malik:
sahip.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mesavi:
kötü hâller, fenalıklar,
seyyieler.
mesnet:
dayanılacak şey, daya-
nak, dayanılan.
muavenet:
yardım.
mübeccel:
aziz, muhterem.
müstevli:
istila eden, her tarafı
kaplayan, yayılan.
mütereddit:
tereddüt eden, ka-
rarsız.
püştîbân:
dayanak, destek, pa-
yanda.
rah-ı Hak:
Hak yolu, Allah yolu.
refet:
esirgeme, koruma, acıma,
merhamet, şefkat etme.
ruh:
karakter, yaratılış.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasız.
sevk:
yöneltme, gönderme.
seyl-i dalâlet:
dalâlet, sapık-
lık, sapkınlık seli.
seza:
lâyık.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız merha-
met.
şüheda:
şehitler.
tahammül:
zora dayanma,
sabretme, sabır gösterme.
takdir:
bir şeyin değerini, kıy-
metini, lüzumunu anlama.
teklif:
önerme, öneri.
teyakkun:
iyiden iyiye araştı-
rıp şüphesiz ve tam olarak bil-
me.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vesile:
fırsat, elverişli hal.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zulümat:
karanlıklar.
1.
Âlimler Peygamberlerin varisleridir. (Buharî, İlim: 10; Ebu Davud, İlim: 1; İbni Mâce, Mukaddi-
me: 17; Darimî, Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.)
2.
Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir. (Aclunî, Keşfü’l-Hafâ: 2:64; Tecrid-
i Sarih Tercümesi, 1:107.)
| 594 | BARLA LÂHİKASI