Eğer bir cürmüm varsa, dokuz seneden beri mütemadi-
yen dikkat ettikleri hâlde cürmümü görmeyen veya gös-
teremeyenler, şimdi göstermeye mecburdurlar.
Şu kitap zayiatımdan lâakal şahsî iki bin lira zararım
var. Çünkü, bunların hiç birisinin başka bir nüshasını
bende bırakmadılar. Vaktiyle tab etmek için yalnız
İşara-
tü’l-İ’caz
tefsirine iki yüz elli lira verdim. Arabî mecmuası
üç yüz lira. Ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve On Dokuzuncu
Sözlerde o sırr-ı azîme hiçbir âlim ve hiçbir edib yoktur
ki, “Bin lira kıymetindedir” demesin.
Ve bir de, on üç sene evvel hükümet Dârülhikmet’te
yüz lira maaş alacak kadar iş görebilecek bir adam naza-
rıyla bana bakmış, ayda yüz lira maaş vermiş. Bu sekiz
senede beni, yarım saat bir köy olan İlâma’ya iki defa-
dan fazla gitmeye müsaade edilmeyecek derecede ihtilât
ve gezmekten menedildiğim gibi, bir varidatım, bir
malım olmamakla beraber, o köyde benim gibi bir adam
çalışacak iş bulamadığımdan ve kimsenin bir şeyini de
kabul etmemek bir meslek-i hayatım olduğundan, çekti-
ğim perişaniyet ve zarar ve ziyanın takdirini müddeiumu-
miliğe havale ederek ya kitaplarımın hepsinin iadesini
ve dâî-yi endişe ve medar-ı hicap ve hacalet bir şey bulunmaması, ga-
razkâr suizanlı ehl-i dünyanın ona karşı ettikleri haksız tazyikat ve ta-
rassut ne kadar çirkin ve hata olduğunu gösteriyor. Acaba onu ittiham
eden ve kendini vatana ve millete sadık tevehhüm eden ehl-i dünyanın
en büyük memurundan en küçüğüne kadar, değil sekiz dokuz sene,
belki sekiz dokuz ay zarfında en mahrem ve en gizli evrakı meydana
atılıp tetkik edilse, ona telâş verecek ve utandıracak sekiz dokuz mad-
de çıkmaz mı?
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
Arabî:
arapça dil.
cürüm:
hata, suç, kanuna zıt ha-
reket.
dai-i endişe:
endişe uyandıran,
telaş veren şey.
Dârü’l-Hikmet:
Osmanlılarda Şey-
hülislamlık makamının bir ismi.
edib:
edebiyatçı, edebiyatla meş-
gul olan.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
evrak:
üzerinde yazılı bilgiler bu-
lunan kağıt.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
hacalet:
utanma, utanç.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
ihtilât:
karışıp görüşme, beraber
yaşama.
ittiham:
suç altında buluınma,
töhmetli olma.
kıymet:
değer.
lâakal:
en azından, hiç olmaz-
sa.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken.
mecmua:
dergi.
medar-ı hicab:
utanma sebe-
bi, nedeni.
men:
yasak etme, engelleme.
müddeiumumî:
savcı.
müsaade:
izin.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
perişaniyet:
perişanlık, karışık
ve dağınık olma, acınacak hal-
de bulunma.
sadık:
sadakatli, dostluğu ve
bağlılığı içten olan.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
su-i zan:
fena, kötü zan, şüp-
he.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, husu-
sî.
tab:
kitap basma, kitap baskı-
sı, baskı.
takdir:
kıymet verme, değer
biçme.
tarassut:
gözetme, göz altın-
da tutma.
tazyikat:
tazyikler, baskılar,
zorlamalar.
tefsîr:
açıklama, tamamen
açıklama, izah.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
tevehhüm:
sanmak, zannet-
mek.
varidat:
gelirler.
zarfında:
içerisinde.
zayiat:
zarar ve ziyan.
ziyan:
zarar, kayıp.
| 574 | BARLA LÂHİKASI