Şu kitabın tevafuku ise, fıtrî ihtiyârsız olmak cihetiyle
harika olur. Keramet sayılır. Kastî ve sun’î bir surette
muaraza edilmez.
Her ne ise şu nüshayı kardeşiniz Abdülmecid bir defa
görsün. İnşaallah ona da bir vakit bir tane yazılacak, şa-
yet orada birisi aynen istinsah etmek niyet etse, çok dik-
kat etmek gerekir, Çünkü bu risalenin hurufatı da sırlı,
kendine güvenmeyen yazmasın.
Sa l i sen:
Kardeşimiz Fethi Bey ne hâldedir, neden az
görüşüyorsunuz. Ben ona çok dua ettim ve ediyorum.
Sen bir muzır memurun yüzünden, onunla az görüşmen
beni müteessir etti. Allah kabul etsin ben de ona çok de-
fa dua ettim. İnşaallah tam bir arkadaş, bir muhatabın
olan Hafız Ömer, Risale-i Nur’un intişarına mühim bir
vasıta olacak ki; her mektubunda onu ciddî alâkadar gö-
rüyorum.
On Altıncı Lem’a namındaki üç mühim meseleden iba-
ret bir risaleyi, sizin için yazdırıyorum. Yetişirse onu da
gönderiyorum. Lillâhilhamd burada gittikçe Risale-i Nu-
run şakirtleri ve yazıcıları çoğalıyor. Ne vakit az fütur baş-
lasa, bir teşvik kamçısı hükmünde bir şey zuhur ediyor.
Ezcümle sofî meşrep ve yazıda muvakkaten tembellik
eden bir kısım kardeşlerimize yazılan bir mektubun
nüshasını, melfufen gönderiyorum. Belki tembel ol-
mayan, fakat tembelleşen Abdülmecid de görür. Muhte-
rem valideniz ne hâldedir. Onu da merak ediyorum. Çok
dua ediyorum. Hastalığın her bir saati bir gün ibadet
alâkadar:
ilgili, ilişki.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cihet:
yan, yön, taraf.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fıtrî:
tabiî, doğal.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
hârika:
olağanüstü.
hurufat:
harfler.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
istinsah:
nüshasını yazma, örne-
ğini çıkarma, kopya etme.
kasdî:
bile bile yapılan.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
lillâhilhamd:
Allah’a hamdol-
sun ki!.
melfufen:
sarılı olarak, melfuf
olarak, ilişik olduğu hâlde, lef-
fen.
mesele:
konu.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
muaraza:
birbirine karşı gel-
me, söz ile karşılıklı mücade-
le.
muhâtab:
kendisine hitap
olunan.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
muvakkaten:
geçici olarak.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
nam:
ad, isim.
niyet:
maksat, meram.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
risale:
konu, bölüm.
Salisen:
üçüncü olarak.
sır:
gizli hakikat.
sofî:
tasavvuf felsefesine tâbi
olan, tasavvuf erbabı, muta-
savvıf.
sun’î:
yapmacık, uydurma,
sahte.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tenbel:
üşengen.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
valide:
ana, anne.
vasıta:
aracı.
zuhur:
görünme, meydana
çıkma.
| 566 | BARLA LÂHİKASI