fütuhata sebep olan ve inşallah bundan böyle olacak olan
Resaili’n-Nur’u teksir buyursun. Âmin, âmin, âmin...
Kusurlu Talebeniz
Ali
(
RH
)
ì®í
Œ
276
œ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Rüştü’nün gönderdiği otuz liradan yirmi yedisini posta
ile size gönderdim. Siz ona gönderirsiniz. Ona da öyle
yazdım. Benim ihtiyacım olmadığından ve kaideme mu-
halif olduğundan, kabul edemedim. Yalnız onun hayırlı
niyeti için ehemmiyetli hayırlara sarf edilmek suretiyle
onun hesabına otuzdan üç banknot aldım. Sizlere ve si-
zinle alâkadar olanlara pek çok selâm ve dua ediyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî
ì®í
Œ
277
œ
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ª°r
SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık, Muhlis Kardeşim!
Isparta’ya nakl-i mekân, hem tulûat-ı kalbiyeyi, hem
sizinle muhabereye bir derece fütur verdi.
âkadar:
ilgili, ilişki.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
aziz:
değerli.
banknot:
kâğıt para.
ehemmiyetli:
önemli.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
hârika:
olağanüstü.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kaide:
kural, esas, düstur.
mekân:
yer, mahal.
muhabere:
haberleşme.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi
hiç bir karşılık beklemeden
sırf Allah rızası için yapan.
nakl-i mekân:
yer değiştirme.
niyet:
maksat, meram.
sarf:
harcama.
sıddık:
hakikatı kabul eden.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talebe:
öğrenci.
teksir:
çoğaltma.
tulûat-ı kalbiye:
insanın kal-
bine doğan manalar.
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
| 564 | BARLA LÂHİKASI