yazıldıktan sonra yüz yirmi sekizinci risale olduğuna işa-
reten, yüz yirmi sekiz elif olmasıdır.
D
ÖRDÜNCÜSÜ
:
Dünkü gün Mu’cizat-ı Ahmediye
(
ASM
)
tashih edilirken, küçük, lâtif iki tevafukun on dakika fası-
la ile vücuda gelmesidir. Şöyle ki:
İkişer arkadaş, “Mu’cizat-ı Ahmediye” ve “Miraç”ı ay-
rı ayrı tashih ediyorlardı. Mi’racın altı yüz satırı içinde bir
tek satır, kuru direğin ağlamasından bahsediyor. Mu’ci-
zat-ı Ahmediye, yüz elli sahife içinde bir sahife o bahse
dairdir. Birden, o iki kısım musahhihler aynı kelimeyi
söylüyorlarken, içlerinden bir efendi intikal etti, “İki kı-
sım aynı kelimeyi söylüyoruz” dedi. Baktık, fevkalâde bir
surette, iki tashih aynı kelime üzerindedir.
On dakika sonra, yedi mu’cizeye mazhar yedi çocu-
ğun bahsi tashih edilirken, umulmadığı bir zamanda,
hazır zatların nazarında mübarek Meliha isminde beş
yaşında bir çocuk geldi oturdu. Çocukların bahsini zevk-
le dinlemeye başladı. Çay verdik; çocuk bahsi bitinceye
kadar içmedi. Hazır olan biz dört kişi şüphemiz kalmadı
ki, sırr-ı tevafukun birinci menbaı olan Mu’cizat-ı Ahme-
diyenin telifçe ve istinsahça ve kıraatça ve harika teva-
fukça kerametini gösterdiği gibi; bu iki küçük tevafukla,
yine o kerametin şuaından iki lâtifeyi gösterdi.
Hem, bir sene evvel bir seyre giderken, arkamdan bir
kız çocuğuyla bir kadın geliyorlardı. Ben yoldan çıktım,
yolu onlara bıraktım. Baktım, beni geçmiyorlar. Sıkıl-
dım. Acele geçtim, bir bahçeye girdim. Baktım, onlar da
bahis:
konu.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
fasıla:
aralık, ara.
fevkalâde:
olağanüstü.
hârika:
olağanüstü.
intikal:
anlama kavrama.
istinsah:
nüshasını yazma, ör-
neğini çıkarma, kopya etme.
işareten:
işaret ederek, belir-
terek.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kıraat:
okuma, devamlı ve
düzgün okuma.
latîf:
güzel, hoş.
latife:
güzel ve hoş nükte, şa-
ka.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
menba:
kaynak.
Mu’cizat-ı Ahmediye:
R.N.da
Peygamberimiz mucizelerinin
anlatıldığı eser.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
musahhih:
tashih eden, tas-
hihçi, yanlışları düzelten.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
nazar:
dikkat.
risale:
konu, bölüm.
sahife:
sayfa.
sırr-ı tevafuk:
tevafuk sırrı,
uygun, denk, münasip gelme-
nin sırrı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şua:
ışık huzmeleri.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
zat:
kişi, şahıs, fert.
| 568 | BARLA LÂHİKASI