hasr-ı iştigal etmiştim. Ve onun neticesi olarak yazdırdı-
ğım eserlerden,
Birisi,
Kur’ân-ı Hakîm’deki iki bin sekiz yüz küsur Lâf-
za-i Celâlin bir sırr-ı kerametini ve bir nakş-ı i’cazını gös-
terecek en müstesna bir hat ile yazılmış gayetle kıymet-
tar yirmiden fazla Kur’ân-ı Kerîm cüzlerini;
2.
Beka-i ruh ve melâike ve haşrin hakkaniyetine dair
Yirmi Dokuzuncu Söz namı altındaki risalenin içinde te-
zahür eden kendimce en ekall bin liraya değer bir sırr-ı
azimi gösteren risaleyi;
3.
Hazret-i Peygamberin risaletini güneş gibi ispat
eden ve harika bir surette on iki saatte telif edilen yüz el-
li sahifelik On Dokuzuncu Mektup namı altında Mu’ci-
zat-ı Ahmediye risalesini ki, o mu’cizatın kerameti olarak
o risalede tevafuk namıyla öyle bir sırr-ı azîm tezahür et-
miş ki, o risale tek başıyla maddeten bin lira kadar ken-
dimizce kıymettardır;
4.
Vahdaniyet-i İlâhiyeyi güneş gibi ispat eden ve
Kur’ân’ın otuz üç ayet-i azîmesini tefsir eden Otuz Üç
Pencere namındaki Otuz Üçüncü Mektup ki, sırr-ı teva-
fukla beraber kıymet-i ilmiyesi ve edebiyesi itibarıyla
ehl-i tevhitçe yalnız maddeten bin lira kadar ehemmiyet-
li olan risaleyi;
5.
Şirkin esasını ref edip vahdaniyeti nihayetsiz dere-
cede kuvvetle ispat eden Otuz İkinci Söz namı altındaki
eseri ki, o eser bir âlim tarafından zayi edilse, onu elde
BARLA LÂHİKASI | 571 |
ri büyük harika işler.
müstesna:
benzerlerinden üstün
olan, seçkin, mümtaz.
nam:
ün, şöhret, şan.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
ref:
kaldırma, giderme.
risale:
konu, bölüm.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
sırr-ı keramet:
keramet sırrı, ke-
rametteki sır ve hakikat.
sırr-ı tevafuk:
tevafuk sırrı, uy-
gun, denk, münasip gelmenin sır-
rı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
Şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bulundu-
ğuna inanma.
tefsîr:
açıklama, tamamen açıkla-
ma, izah.
telif:
eser yazma.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
Vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî birlik,
Allah’ın bir, tek olması.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
ayet-i azîme:
büyük ve aza-
metli ayet.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği,
sonsuzluğu, ölümsüzlüğü.
cüz:
Kur’ân’ın bölündüğü otuz
kısımdan her biri.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
edep:
nezaket, zerafet, uslu-
luk, zariflik.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i tevhid:
tevhit ehli, Ce-
nab-ı Hakkın birliğini bilip ina-
nan ve sadece bir Allah’a bağ-
lanıp ibadet eden kimse.
ekal:
daha az, en az, pek az,
en küçük.
eser:
basılma kitap.
gayet:
son derece.
hakkaniyet:
hak ve adâlete
uygunluk.
hârika:
olağanüstü.
hasr-ı iştigal:
bütün çalışma-
ları bir şeye hasretme.
haşr:
yeniden dirilip toplan-
mak, ikinci diriliş.
hatt:
yazı, el yazısı.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
itibar:
gerek.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
Lâfza-i Celâl:
Allah lâfzı, keli-
mesi.
maddeten:
maddî olarak.
melâike:
melekler.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-