olana vurulur. Kalbim bu cümlelere “Hâzâ min fazlî Rab-
bî!” diyor. Fakat dimağımdan silinmeyen bir şey varsa, o
da aziz Üstadımın elemlerine iştirak etmek idi.
Muhterem Mürşidim!
Kimin haddi var ki, risalelerin
birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın veya-
hut bir cümlesini tenkit etsin veyahut bir kelimesine, hat-
ta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.
Bilâ istisna her fert istihsan ederken, böyle bir şey
yapmak için bu cür’eti kimden alayım. Yok sevgili Üsta-
dım, müsterih olunuz; senelerden beri çekmekte olduğu-
nuz kal’abend cezasından pek şedit azabınıza, bir başka
ve mühim elem katılmasına taraftar olanlara, bir parça
meyletmek şöyle dursun, belki bu hâlin şiddetle ve belki
fedaisi olarak aleyhte olduğuma, vicdanımın tasdiki kâfi
bir şahittir.
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
275
œ
[Hafız Ali’nin fıkrasıdır.]
Aziz Üstad!
Bu asrın sisli, semli revacı, şecere-i kâinatın meyvesi
olan insanın nüve, lüb, kışır gayelerini zail ve fânîye, zil-
let ve gurura, âfil firaka, zahir batıla, atalet ademe, hırs
ve hayvaniyete, camit ve abesiyete, başıbozukluk ve hiç-
liğe sevkle, o
Meyve
’nin kısm-ı azamının ölüp, ekallinin
de ölmek ve tefessühü anında, mezkûr şecerenin merkez
abesiyet:
lüzumsuz ve gayesiz
oluş.
adem:
yokluk.
âfil:
görünmez olan, kaybolan.
aleyh:
karşı, karşıt.
asır:
yüzyıl.
atalet:
tembellik.
azap:
eziyet, işkence.
aziz:
değerli.
batıl:
boş, beyhude, yalan, çürük,
hurafe.
bilâistisna:
istisnasız, ayırt etmek-
sizin.
camit:
cansız.
cür’et:
cesaret etme, yüreklilik, yi-
ğitlik.
dimağ:
akıl, şuur.
ekal:
daha az, en az, pek az, en
küçük.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
fânî:
muvakkat, geçici.
fedaî:
canını esirgemeyen, mühim
bir maksat uğruna canını verme-
ye hazır bulunan.
ferd:
şahıs, kişi.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
firak:
ayrılık.
hayvaniyet:
akıl ve idrakten
mahrumiyet.
hâzâ min fadli Rabbî:
Bu,
Rabb’imin fazlındandır.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
iştirak:
katılma.
itiraz:
kabul etmediğini belir-
tip karşı çıkma.
kâfî:
yeterli.
kal’abend:
bir kale içinde ya-
şamaya mahkûm olmuş olan,
kaleye bağlanmış.
kısm-ı azam:
büyük kısım,
ekseriyet, çoğunluk.
kışır:
kabuk, dış taraf.
lübb:
iç, öz.
meyil:
rağbet, itibar.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müsterih:
rahat, emin.
nüve:
çekirdek.
revaç:
kıymet, değer.
risale:
konu, bölüm.
sahife:
sayfa.
semli:
zehirli.
sevk:
yöneltme.
şecere:
ağaç.
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı.
şedit:
şiddetli.
taraftar:
benimseyen, iste-
yen.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefessüh:
çürüme, çürüyüp
dağılma, bozulma, kokuşma.
tenkîd:
eleştirme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vicdan:
bulma, kalble hisset-
me.
zahir:
görünen, görünücü.
zail:
zeval bulan, sona eren,
devamlı olmayan, yok olan.
zillet:
hor ve hakir görülme.
| 562 | BARLA LÂHİKASI