Œ
273
œ
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ª°r
SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık,MüdakkikKardeşimRe’fetBey!
Sorduğun suale en kolay ve ruhsatlı cevap senin ceva-
bındır.
Mülteka Şerhi Damad’
ın ve
Meraku’l-Felâh
ikisi
demişler: İki ramazan için bir kefaret kâfidir. Müteaddit
vakıalara bir kefaret kifayet eder. Çünkü tedahül vardır.
Ve
(4)
o
í«/
ë°s
üdG n
ƒo
g
demişler.
Hakikat nokta-i nazarında bu meselede azimet var,
ruhsat var. Azîmet hâli, kuvveti müsait ise, her ramazan
için ayrı bir kefaret var. Fakat ruhsat ciheti, tedahül sırrı-
na binaen müteaddit ramazan için bir kefaret farz, ayrı
ayrı kefaret müstehap derecesinde kalır. Bu kefareti ma-
na-i ukubetle mana-i ibadet ikisi dahi münderiç olduğu
için, hem kerhen icbar edilmeyecek, hem tedahül eder.
Aziz Kardeşim!
Fıkhu’l-ekber olan esasat-ı imaniye
ile meşgul olduğumuz için, nakle ve ehl-i içtihadın meda-
rikine ve meahizine bakan dekaik-ı mesail-i fer’iyeye zih-
nim şimdilik ciddî müteveccih olamıyor. Zaten yanımda
da kitaplar olmadığı gibi, vaktim de yoktur ki müracaat
edeyim. Hem ulema-i İslâm o kadar tetkikat-ı saibe yap-
mışlar ki, füruata dair tetkikat-ı amikaya ihtiyaçları kal-
mamış. Eğer hakikî ihtiyaç hissetseydim, böyle füruata
BARLA LÂHİKASI | 559 |
dışında yaptırma.
kâfî:
yeterli.
kefaret:
affettirmek ve arındır-
mak gereken.
kerhen:
istemeyerek, hoşlanma-
yarak, zorla, zoraki.
kifayet:
kâfi miktarda olma, ye-
terlilik.
mana-i ibadet:
kulluk anlamı.
mana-i ukubet:
azap manası, iş-
lenen kabahate karşılık ceza verip
eziyet etmenin anlamı.
meahiz:
bir şeyin alındığı, çıktığı
yerler, kaynaklar, mehazlar.
medarik:
birikim, temin edilen.
mesele:
önemli konu.
müdakkik:
tetkik eden, inceden
inceye araştıran.
mülteka:
kavuşma, buluşma, bir-
leşme yeri.
münderic:
içine bulunan, içinde
yer almış, içindeki.
müracaat:
başvurma, danışma.
müsait:
elverişli, uygun, muvafık.
müstehabb:
Hz. Peygamberin ba-
zen yaptığı, bazen de yapmayıp
terk ettiği iş ve fiiller.
müteaddit:
çok, bir çok.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nakil:
Hz. Peygamber’den gelen
hadisleri rivayet zincirleri ile aktar-
ma.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
ruhsat:
mevcut bir hükmün özür
sebebiyle genişletilmesi.
sıddık:
hakikatı kabul eden.
sır:
gizli hakikat.
sual:
soru.
tedahül:
iç içe girme birbiri içine
girme.
tetkikat-ı amîka:
derin inceleme-
ler.
ulema-i İslâm:
İslâm âlimleri.
vakıa:
vuku bulan, olan şey.
azimet:
güçlü irade ile hare-
ket.
aziz:
değerli.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
görüş, görüş açısı.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
dekaik-ı mesail-i fer’iye:
aslî,
ana meselelerden olmayıp fü-
ruat ve şubelere müteallik
meselelerin incelikleri.
ehl-i içtihat:
içtihat yapma
kabiliyeti olanlar; büyük din
âlimleri.
farz:
kesin yapılması gerekli
olan; İslâmiyette kesin olarak
yapılması gereken emir.
fıkh-ı ekber:
en yüksek fıkıh,
dinî bilgilerin en mühim olanı.
füruat:
ayrıntılar, esastan ol-
mayan meseleler.
füruat:
ayrıntılar, esastan ol-
mayan meseleler.
hakikat:
asıl, esas.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
4.
O sahihtir.