gücenme. Seninle çendan konuşmak istiyorum, fakat
vaktim müsaadesizdir. “Müslim-i gayrimü’min” ve
“mü’min-i gayrimüslim”in manası şudur ki:
Bidayet-i hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizleri
görüyordum ki, İslâmiyet ve şeriat-ı Ahmediye, hayat-ı
içtimaiye-i beşeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için
gayet nafi ve kıymettar desatir-i âliyeyi cami olduğunu
kabul edip, bütün kuvvetleriyle şeriat-ı Ahmediyeye ta-
raftar idiler. O noktada Müslüman, yani iltizam-ı hak ve
hak taraftarı oldukları hâlde, mü’min değildiler. Demek,
“Müslim-i gayrimü’min” ıtlakına istihkak kesb ediyordu-
lar.
Şimdi ise frenk usulünün ve medeniyet namı altında
bid’akârâne ve şeriatşikenâne cereyanlara taraftar olduğu
hâlde Allah’a, ahirete, Peygambere imanı da taşıyor ve
kendini de mü’min biliyor. Madem hak ve hakikat olan
şeriat-ı Ahmediyenin kavaninini iltizam etmiyor ve hakikî
tarafgirlik etmiyor, gayrimüslim bir mü’min oluyor.
İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, bilerek
İslâmiyetsiz iman dahi dayanamıyor, belki necat veremi-
yor, denilebilir.
İ k inc i sua l ini z :
Ecel-i mübrem ile muallâk, malû-
munuz olan tabir-i diğerle “ecel-i müsemma” ve “ecel-i
kaza” tabir edilir.
Üçüncü sua l in i z
ki, Sözler otuz üç,
Mektubat
otuz
üç, Pencereler otuz üç, mecmuu doksan dokuz olduğu
BARLA LÂHİKASI | 555 |
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
muallâk:
sürüncemede kalmış,
halledilmemiş iş.
mü’min:
iman eden, inanan.
mü’min-i gayrimüslim:
mü’min
olduğu hâlde İslâmın aleyhindeki
gelişmelere taraftar olan.
müsaade:
izin; elverişli, uygun ol-
ma durumu.
Müslim-i gayrimü’min:
mü’min
olmadığı hâlde mü’mince vasıfla-
ra sahip olan.
nafi:
faydalı, kârlı, menfaat sağla-
yıcı.
nam:
ad, isim, lakap.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
sebeb-i necat:
kurtuluş nedeni,
kurtuluş sebebi.
siyaset-i Osmaniye:
Osmanlılık si-
yaseti, Osmanlıcılık politikası.
sual:
soru.
şeraket:
ortaklık, şeriklik.
şeriat-ı Ahmediye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) tarif ettiği, getirdiği ve
bildirdiği şeriat; İslâm dini.
tabir:
yorum, yorumlama.
tabir-i diğer:
diğer tabir, başka bir
ifade.
tarafgir:
bir tarafı tutan, taraflı.
taraftar:
benimseyen, isteyen, ta-
raflı, bir tarafı destekleyen.
usul:
adap, erkân.
bid’akârâne:
dinde olmayanı
dine mal etmeye çalışarak.
bidayet-i hürriyet:
hürriyetin
başlangıcı; (1908) Hürriyetin (II.
Meşrutiyet) ilân edildiği za-
man.
bilhassa:
özellikle.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
desatir-i âliye:
yüksek ve ul-
vî düsturlar, yüce kaideler, yü-
ce düsturlar.
ecel-i kaza:
elinden kurtulun-
ması mümkün olmayan, kaçı-
nılmaz olan ecel.
ecel-i mübrem:
elinden kur-
tulunması mümkün olmayan,
kaçınılmaz olan ecel.
ecel-i müsemma:
belirli bir
zamana kadar, Allah’ın takdir
ettiği ölüm.
frenk:
Avrupalı, Fransız.
gayet:
son derece.
gayrimüslim:
Müslüman ol-
mayan, İslâmiyeti kabul et-
meyen.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye:
insanlara ait olan sosyal ha-
yat.
ıtlak:
adlandırma, isim verme.
iltizam:
birinin tarafını tutma,
tarafgirlik.
istihkak:
hak etme, hak ka-
zanma, hakkı olma.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
kesb:
kazanma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mecmu:
bütün hepsi.