salâvatlar birbirine bakıyor. Ben de hayrette kalarak işa-
retler koydum. Diğerinde ikinci, üçüncü cüz’ünde beş al-
tı sahife müstesna, bütün sahifelerde salâvatları birbirine
muvazi, birbirine bakıyor, işaretler vazettim. Kime gös-
terdim, hayrette kaldı. Görenler müttefikan karar verdi-
ler ki, umum Sözlerde manevî i’caz-ı Kur’ân’ın bir şuaı
in’ikâs ettiği gibi, On Dokuzuncu Mektuptan bilhassa
Mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nevi şuaı salâvat-ı şerife su-
retinde in’ikâs etmiştir. Hem görenler karar verdiler ki,
Sözlere mahsus bilhassa On Dokuzuncu Mektuba has bir
tarz-ı hat var. Eğer o tarz hatta tevfikan yazılsa, çok ga-
rip letafetler görünecektir. Her vakit musırrâne, her ya-
zana “Seyrek ve güzel yazınız” derdim. Şimdi anlaşılıyor
ki, o manevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak ka-
bîlinden bana söylettiriliyordu. Şu hakikati ve manevî
tarz-ı hatta en yakın, Küçük Hafız Zühtü’nün ve Eşref’in
ve Kuleönülü Mustafa’nındır ki, o muvafakat, müvazenet
onların hattında daha ziyade görünüyor. Her vakit ben
görüyordum, dikkatli yazanlar da bazı bir satır atlıyor, bir
kelime yanlış yazmayan bir satır yanlış yazıyordu. Me-
ğerse, Sözlerdeki fevkalâde bir letafetin eseri olarak te-
vafukat atlattırıyor.
İkinci hâdiseyi yazmaya kâğıdımız müsait olmadığın-
dan kestim.
(1)
»/
bÉ n
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉ n
Ñr
dn
G
Kardeşiniz
Said Nursî
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 545 |
rahmet ve esenlik dileme, salât ve
selam etme.
salâvat-ı şerife:
Hz. Muhammed
(
ASM
) için yapılan dualar.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
tarz:
biçim, şekil.
tarz-ı hat:
yazı şekli.
tevafukat:
uygunluk.
tevfikan:
uygun olarak, uyarak,
uygun düşürerek.
umum:
bütün.
vaz:
koyma, konulma.
ziyade:
çok, fazla.
bilhassa:
özellikle.
cüz:
kısım, parça.
fevkalâde:
olağanüstü.
garip:
hayret verici.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hatt:
yazı, el yazısı.
i’caz-ı Kur’an:
Kur’an’ın muci-
zeliği, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
intak-ı bilhak:
Hakkın söylet-
mesi, Cenab-ı Hakkın konuş-
turması.
kabil:
türlü, gibi.
letafet:
güzellik.
mahsus:
başkasında bulun-
mayan, bir şeye has olan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
Mu’cizat-ı Ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (
ASM
) gös-
terdiği mu’cizeler.
musırrâne:
israr ve inatla, ıs-
rarlı bir şekilde.
muvafakat:
uyma, uyuşma,
uygunluk.
muvazenet:
denge.
müsait:
uygun, münasip.
müstesna:
ayrı tutularak, ha-
riç, ayrık.
müttefikan:
ittifak ederek,
hep beraber, birlikte.
nev:
tür, çeşit.
sahife:
sayfa.
salâvat:
Hz. Muhammed’e
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.