mukabil geliyor ve kâfidir” diye kemal-i teslim ile kazaya
rıza, kadere teslim ve Cenab-ı Hakka tefviz-i umur düs-
turunu rehber ittihaz ettim.
Nuh’a yazdığım gibi, size de diyorum ki: Eskide bir
zat, haksız bir mesleği hak zannederek, ondan aldığı bir
muhabbetle, diriyken derisinin soyulduğuna tahammül
ederek kahramanâne bir tavır gösterdiği gibi, acaba
ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat ve bütün envar-ı hakaikın
menba ve madeni olan hakikat-i Kur’âniyeye hizmeti-
mizdeki kudsî lezzet, bu mülhitlerin muvakkat, ehemmi-
yetsiz iz’açlarına ve kalbimizde açtıkları yaralara tiryak ve
merhem olamaz mı? Elbette olur ve olmuş ve oluyor.
San i yen:
Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hak-
kındaki sualiniz hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür.
Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim
kapalı, hem hâl müsait değil, hem ve hem... Yalnız bu
kadar var ki, meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve
eimme-i Âl-i Beyttendir. Ve müfrit Şiaları reddeden ve
(1)
¢o
†`p
aG n
h s
ôdG o
ºo
à`r
fn
G Gƒ o
Ñn
`gr
Pp
G
deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Haz-
ret-i Ömer’den teberriyi kabul etmeyen ve o iki halife-i
zîşanı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbaları
Şiaların en mutedili ve en Sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i
insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaal-
lah Vehhabîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi,
Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi
istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip, imtizaç
BARLA LÂHİKASI | 539 |
bağdaşma.
inhiraf:
sapma.
istikamet:
doğruluk; inanç, dü-
şünce, niyet, tutum ve davranışta
Allah’ın rızasına uygun olarak doğ-
ru yol üzere olma.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
iz’aç:
rahatsız etme, can sıkma,
baş ağrıtma, bunaltma.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kâfî:
yeterli.
kahramanane:
kahramanca, yi-
ğitçe, cesurca.
kesb:
kazanma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahz-ı hakikat:
hakikatin ta ken-
disi.
menba:
kaynak.
meslek:
gidiş, usul, yol.
meymenet:
kutluluk, uğurluluk,
bereketlilik, bahtiyarlık.
mukabil:
karşı.
mutedil:
itidalli, ne az, ne çok; or-
ta hâlde bulunan, aşırıya kaçma-
yan.
muvakkat:
geçici.
müfrit:
ifrat eden, bir konu veya
bir işte aşırıya kaçan.
mülhit:
İslam dininden ayrılan, Al-
lah’ı inkar eden, dinsiz, imansız.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
sâdât-ı azîme:
büyük Seyyidler;
Hz. Peygamberin neslinden gelen-
lerin büyükleri.
saniyen:
ikinci olarak.
Seyyid:
efendi, reis, bey, ağa, ileri
gelen.
sünnî:
itikat ve amel ile ilgili ko-
nularda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat
mezhebinden olan Müslüman.
şia:
Hz. Ali (r.a.) taraflısı olanlar, Hz.
Ali’nin taraftarlığını esas alanlar
topluluğu, Alevî, Şiî.
tahammül:
zor ve güç durumlara
karşı koyabilme, katlanma.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
taife:
bölük, takım, güruh, fırka.
tamir:
onarma, düzeltme.
teberri:
sevmeyip yüz çevirme,
uzaklaşma.
tefviz-i umûr:
işleri bırakma, işleri
birine verme.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
Vehhabî:
Muhammed bin Abdul-
vehhab tarafından geçen asırda
Arabistan’da meydana getirilen İs-
lamî bazı meselelerde ifrat eden
ve Arap milliyetçiliği yapan mez-
hep.
yümn:
uğur, bereket.
zat:
kişi, şahıs.
zihin:
bilinç, dimağ.
ayn-ı hak:
hakkın, gerçeğin tâ
kendisi.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i insaf:
insaf sahipleri,
merhametli olanlar, orta yolu
tutanlar.
Ehl-i Sünnet:
İslâmı ilk günkü
safiyetiyle kabul ederek din-
den olmayan şeyleri karıştır-
mayıp, Hz. Peygamberin sün-
netinden ve yolundan ayrıl-
mayanlar.
Ehlisünnet Velcemaat:
amel
ve inançta Hz. Muhammed ve
Ashabına uyanlar.
Eimme-i Al-i Beyt:
Al-i
Beytten, Peygamber Efendimi-
zin (
ASM
) neslinden gelen
imamlar.
envar-ı hakaik:
gerçeklere ait
nurlar, hakikatların parıltıları.
etba:
birinin sözüne, işine,
mesleğine uyanlar.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikatı, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
halîfe-i zîşan:
şan ve şerefe
sahip olan halife.
hürmet:
saygı.
iltihak:
karışma, katılma.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk,
1.
Gidiniz. Siz Rafizîlerdensiniz.