Œ
261
œ
(14 Şevval 1352, Kânunisani 1394)
(HAŞİYE)
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ª°r
SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık, Müdakkik Ahiret Kardeşim ve
Mütefekkir ve Hakikatli Arkadaşım Re’fet
Bey!
Evve l â :
Mektubunuzda Risale-i Nur’un mizanlarını
her okudukça, daha ziyade istifade ettiğinizi yazıyorsu-
nuz. Evet kardeşim, o risaleler Kur’ân’dan alındığı için
kut ve gıda hükmündedir.
Her gün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu
gıda-i ruhanîye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkişaf
edip, kalbi intibaha gelen zatlar okumaktan usanmaz. Bu
Kur’ânî risaleler, sair risaleler gibi tefekküh nev’inden
değil ki, usanç versin; belki tegaddidir.
San i yen:
Gavs-ı Azam gibi, memattan sonra hayat-ı
Hızırî’ye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar var-
dır. Gavs’ın hususî İsm-i Azamı “Yâ Hayy” olduğu sırrıy-
la, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi;
gayet meşhur Maruf-i Kerhî denilen bir kutb-i azam ve
Şeyh Hayatü’l-Harranî denilen bir kutb-i azîm, Hazret-i
Gavs’tan sonra mematları, hayatları gibidir. Beyne’l-ev-
liya meşhur olmuştur.
HAŞİYE:
Re'fet Bey’e vürut tarihidir.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beynelevliya:
velîler arasında, Al-
lah’ın sevgili kulları arasında.lisen:
üçüncü olarak.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
ehl-i kubur:
kabir ehli, kabristan-
da gömülü olanlar.
evliya:
veliler, Allah dostları.
evvelâ:
öncelikle.
gayet:
son derece.
hakikatli:
vefakâr.
hasenat:
sevaplar.
Hay:
gerçek hayat sahibi olan, Al-
lah.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
inkişaf:
gelişme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
intibah:
uyanış.
İsm-i âzam:
Cenab-ı Hakkın bin
bir isminden en büyük ve mana-
ca diğer isimleri kuşatmış olanı.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
Kanun-ı sâni:
Ocak ayı.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
kut:
yaşatacak gıda, yaşamak için
yenen şey, yiyecek, rızık.
kutb-ı azam:
en büyük kutup, di-
nî bir meslek veya grubun başı,
birçok Müslümanın kendisine
bağlandıkları büyük evliyadan za-
manın en büyük mürşidi.
kutb-i azîm:
büyük kutup, büyük
veli.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma; nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
memat:
ölüm, vefat, irtihal, ahire-
te göç etme.
mizan:
ölçü, denge.
müdakkik:
tetkik eden, inceden
inceye araştıran.
mütefekkir:
tefekkür eden, düşü-
nen, her şeyi hikmetince, ib-
ret almak ve kavramak üzere
düşünen, düşünür.
nevi:
çeşit.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruhanî:
gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulama-
yan varlıklar.
sâir:
diğer, başka, öteki.
saniyen:
ikinci olarak.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sır:
gizli hakikat.
Şevval:
Arabî ayların onuncu-
su olup, ilk üç günü Ramazan
Bayramıdır.
Şeyh:
tarikat dersi veren ma-
nevî lider, mürşit.
tefekküh:
meyvelenme,
meyveli olma.
tegaddi:
beslenme, gıdalan-
ma.
vakt:
zaman, an.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
| 536 | BARLA LÂHİKASI