dair beyan ettiğimiz nüktelere ne dersin?” Bir Fatiha
okuyup falı açtık. İşte başta fal şu geldi:
@ rÒ
p
ªn°V pñrƒnd røoµne r?Én> ¢rûn°TƒoN u§nN rRnG »
p
eÉnL
rOnhnQ p?GnQrOpG p
C¬nërØ°nU rRnG ¬pc râr°ù«
p
arônM ¬nf rÚ
p
c
Yani, “
Bu huruf öyle harf değildir ki, akıl ve idrak sa-
hifesinden gitsin. Öyle kudsî harf, öyle güzel, şirin hat,
daima kalbimin sahifelerinde yazılmalı, silinmemeli
.”
Aciptir ki, bütün Divanında bu fala benzer mealde ya-
zı göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Camî’nin kerame-
tinden bir nebze oldu.
(1)
»/
bÉ n
Ñr
dGn
ƒo
g»/
bÉ n
Ñr
dn
G
Kardeşiniz
Said
ì®í
Œ
260
œ
Mu’cizat-ı Ahmediyeyi
(
ASM
)
sana güzel ve tevafuklu
bir tarzda yazdırdım. Hüsrev kerametli kalemiyle bana
yazdığı gayet kıymettar bir nüshayı, aynen ve tam tamı-
na muvafık gelmek şartıyla, size yazdırıldı; yakında gön-
dereceğim. Yanınızda yeni yazılan
İ’caz-ı Kur’âniye
gibi,
bana bir nüsha lâzımdır. Fakat Hafızın kalemi oradaki
mevcut tevafuku tamamen muhafaza edememiş. Teva-
fukçu Hüsrev’in taht-ı nezaretinde mâbeyninizde taksim
edip bana yadigâr bir “İ’caz-ı Kur’ânî”yi müştereken yaz-
sanız çok iyi olur.
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 535 |
ki.
meal:
mana, anlam, mefhum.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
Mu’cizat-ı Ahmediye:
R.N.da Pey-
gamberimiz mucizelerinin anlatıl-
dığı eser.
muhafaza:
koruma.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvafık:
uygun, münasip.
müştereken:
müşterek olarak, or-
taklaşa, ortak olarak.
nebze:
bir parça, az miktar.
nükte:
yazıda, resimde, sözde ve
davranışta ince derin anlam, espri.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
sahife:
sayfa.
salisen:
üçüncü olarak.
selâm:
selâm, esenleme; Allah’ın
rızasını kazanmak için mü’minle-
rin birbirine ettiği selâmün aley-
küm şeklindeki dua.
taht-ı nezaret:
gözetim altında.
taksim:
bölme, paylaştırma.
tarz:
biçim, şekil.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
yadigâr:
bir kimseyi veya olayı
hatırlatan eşya veya kimse.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
beyan:
anlatma, açıklama.
dair:
alakalı, ilgili.
divan:
eskiden yaşamış şairle-
riin şiirlerinin toplandığı kitap.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fal:
uğur, talih deneme.
Fatiha:
Kur’ân-ı Kerim’in birin-
ci suresi.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hatt:
güzel yazı, hüsn-i hat,
kaligrafi.
hayrü’l-halef:
halefin hayırlısı,
bir kimsenin yerini alan ve
ona layık hareket eden kimse.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
huruf:
harfler.
i’caz-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın mu-
cizeliği, Kur’ân’ın yüksek, eri-
şilmez ifadesi.
i’caz-ı Kur’aniye:
Kur’an’ın
mucizeliği, yüksek ve erişil-
mez ifadesi.
idrak:
anlayış, akıl erdirme,
anlama, kavrama kabiliyeti.
ihvan:
sadık, samimî, candan
dostlar, arkadaşlar.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
keramet:
Allah’ın velî kulların-
da görülen olağanüstü hâller
veya tabiatüstü hâdiseler.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mabeyn:
ara, münasebet, iliş-
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.