Œ
262
œ
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ª°r
SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık, Müdakkik, Müştak Kardeşim
Re’fet Bey!
Sen benimle ne kadar konuşmayı arzu ediyorsan, bel-
ki ondan ziyade ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf
müteaddit esbap tahtında sıkıntılı bir vaziyetteyim. Hat-
ta bir-iki saatte bulduğum bir fırsat, yedi-sekiz mektubu
yazmaya çalışıyorum. Ara sıra benim yanıma gelen Ga-
lib dahi menedildi. Yalnız bîçare Şamlı kaldı, o da her va-
kit gelemiyor.
Hem bu yılanları yaralandırıp bize canavarcasına sal-
dırıyorlar. Her fırsattan sıkıntı vermeye çalışıyorlar. Za-
ten ben mebuslardan hayır beklemiyordum. Bunlara iliş-
tiler, kaldırmadılar, bütün bütün düşman ettiler. İşte ma-
atteessüf, bunlar dünyayı hatırıma getirdikleri için, tulû-
at-ı kalbiye tevakkuf ediyor. Başlarını yesin, bu ehl-i dün-
yanın dünyasını düşünmek bana zehir oluyor. “Ben dün-
yanıza karışmıyorum; buna mukabil o pis dünyanızı ba-
na düşündürmeyiniz” dediğim hâlde olamıyor. Ben de
Cenab-ı Hakka niyaz ettim ki, bana kuvvetli bir sabır, bir
tecrid-i zihin ihsan etsin ki, düşünmeyeyim. Lillâhilhamd
kalbime bu esas geldi ki: “Bu hizmet-i Kur’âniyede başa
ne gelirse gelsin, hatta her günde birer başım olsa da
kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
esbap:
nedenler, sebepler, vasıta-
lar.
hatırına gelmek:
bilinip unutulan
bir şey akla gelmek, anımsamak.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hiz-
meti.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
kudsiyet:
kutsallık, mukaddeslik,
azizlik.
lezzet-i ruhaniye:
ruhanî lezzet
ve zevk, cismanî olmayan lez-
zet.
Lillâhilhamd:
Allah’a hamdol-
sun ki!.
maatteessüf:
ne yazık ki,
üzülerek belirteyim ki.
mebus:
milletvekili.
men:
yasak etme, engelleme.
mukabil:
karşı.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve ya-
karma.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
taht:
alt.
tecrîd-i zihin:
zihinden uzak-
laştırma, zihnini uzaklaştırma.
tevakkuf:
duraklama, durma.
tulûat-ı kalbiye:
insanın kal-
bine doğan manalar.
vaziyet:
durum.
vürud:
gelme, ulaşma.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
| 538 | BARLA LÂHİKASI